Neredeyse iki aya yakın zamandır evden dışarı adım atamadık ve bu süre içinde evde yapabildiklerimizden bir öykü çıkarabilmemiz asla mümkün değil.

Yazdık, yazdık, hep aynı şeyleri evir çevir hep aynı şeyleri yazdık. 2020 yılına girdiğimiz ilk günden beri düşlerimizi de içine alan konuyu yazdık hep. Bugün artık o ismi asla buraya aktarmayacağım. Kısacası, o konuyla ilgili bir haber, bilgi ve yorumdan bugünkü yazımda hiç söz etmeyeceğim. Yeter artık!

Bizi ne hale getirdi!

Neredeyse iki aya yakın zamandır evden dışarı adım atamadık ve bu süre içinde evde yapabildiklerimizden bir öykü çıkarabilmemiz asla mümkün değil.

Bakınız! İki aya yakın bir süredir yaptıklarımızdan akılda kalabileceklerin kısa veya uzun özeti bu kadarcık!

Ev içi seyahatlerde sevimsiz öykü gibi planımız; salondan başlayan rotamız; oldukça uzun olan hol ve antre, oradan yandaki büyük oğlanın odasına, oradan balkona, tekrar rutin hareketler. Geri dön, aynı hareketleri tekrar tekrar yap. Asıl ilginç olanı ise; büyük balkonumuzda, kocaman blok cam akvaryumunda yaşayan 25 santimetre boyunda su kaplumbağamızın, bu gidiş gelişlerde akılda kalan en şayan-ı dikkat edilecek hareketi, bana şaşkın şaşkın bakışıdır. Onu pek fazla ziyaret etmem ama, şimdi bu ziyaretler sayısal olarak iyice sıklaşınca bu gidiş-gelişlere şaşırması doğal.

Neredeyse iki aydır benzeri hareketler. Yeni bir şey de bulamadım! Gel de tırlatma, ama “önce sağlık” yapacak başka bir şey yok.

Hep evdeyiz ya. Aldığımız gazeteye baştan sona, sondan başa birkaç kez okumak durumunda kalmak hiç de güzel olmuyor.

Çaresiz, televizyon kumandasını elimize alarak sıklıkla kanallar arasında “zaplamak”tan başka geriye bir şey de kalmıyor. Evde, “söylemesi ayıp” hem kablolu TV, TeleDünya televizyon yayınları, hem de, eşek yüküyle aylık ücret ödediğim, hemen hemen her günü sabahtan ertesi sabaha kadar elde kalmış, eski, onlarca kez tekrarlanan yayınları var. Tekrar spor programlarını, futbol karşılaşmalarını izlemekten içimiz şişti.

Bilgisayar başına uzun süre oturmak, internette sörf yapmak, pek de cazip bir durum değil. Öyle ki; televizyon izlemenin de, bilgisayarda sörf yapmanın da hiçbir özelliği kalmadı.

Bu arada, bir başka konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Biz 65 yaş üstüler iki aya yaklaşan süredir ev hapsindeyiz. Meşgale olarak yapabileceklerimiz oldukça sınırlı. Hemen hemen en çok ve kolaylıkla yapabileceğimiz, televizyon karşısına geçip, ya film, dizi veya haberleri, özellikle de ana haberleri izlemek.

Sporu sevenlerin spor programlarını veya belgeselleri izlemek en çok tercih ettikleridir. Başta Digitürk olmak üzere tüm televizyonlar normal yayın dönemlerinde program yayın akışlarına daha dikkat ediyorlardı. Bu salgın döneminde ise, iyice “ipe un serdiler”. Programlarının içeriklerini iyice boşalttılar. Tekrar programları, filmleri, yeni bölümleri çekilemediği için dizilerin naftalin kokan eski bölümlerini yayınlamaktan başka bir şey yapmıyorlar.

Bunlardan en çekilmezi ve en sorumsuzu ise; genelde futbol naklen yayınları için izlenen Digitürk. Ekranlarına yansıttıkları yayın akışlarının kötülüğüne, naklen spor yayını yapmamalarına rağmen, bu yoklukta bile, o yüksek aidatlarından asla taviz vermiyorlar..

Ortam düzelsin yapacağım ilk iş, Digitürk yayınını sonlandırmak ve aboneliğimi iptal etmek olacak.

BİR TUTAM TEBESSÜM

BİR KARIYI VURAMADILAR!

Temel İstanbul’a gelmiş ve Eminönü’nde yürüyüşe çıkmış.

Yürüyüşü sırasında uzaktan beş dakikada bir top atışları sesi gelmektedir.

Temel merak edip sormuş.

- “Hemşerim bu top atışları neyin nesidur?”

- “Bu top atışları, İngiltere kraliçesinin gelişi nedeniyledur” diye yanıt vermiş.

Temel yürüyüşüne devam etmiş. Aradan yarım saat geçmiş olmasına rağmen top atışları devam etmektedir.

Temel yanından geçen bir başkasına “Bu top atışları nedendur” diye tekrar sormuş.

Bir kez daha aynı yanıtı alınca;

- “Ulan, bir karıyı yarım saattir vuramadılar!”