Değerler yıpranıp insanlık azalınca yeryüzündeki şiddet de artıyor. Kendimize, insanlara, canlılara ve çevreye yönelen şiddet olaylarının görüntüleri, günlük hayatımızın rutinine dönüştü. Ve şiddetin hâkim olmaya başladığı bir hayata hızla alışıyoruz.
Ülke TV’de canlı yayınlanan ‘Konuşacaklarımız Var’ programında bu konuyu masaya yatırarak dünyada cinnet düzeyine varan şiddetin nedenleri üzerine sohbet ettik. Prof. Dr. M. Şevki Aydın, Prof. Dr. Ahmet Gökcen, Klinik Psikolog Rabia Göl ile katıldığımız programın moderatörü Orhan Karaağaç beyefendinin, işin içine gönlünü de koyan yaklaşımı ve isabetli sorularıyla üç saatin nasıl geçtiğini anlayamadık. İnsan psikolojisi, aile, medya, toplum, hukuk, ahlak ve inanç gibi birçok yönüyle ele almaya çalıştığımız şiddet konusunda öyle görünüyor ki daha çok konuşacaklarımız var.
İnsanın kendini koruması, temel ihtiyaçlarımızdandır. Bunun için saldırganlık dürtümüz doğuştan vardır. Yeryüzünde görüldüğünden bu yana insan, kendisine yönelen tehditlere karşı içgüdüsel olarak mücadele etmiş, kendini korumak ve varlığını sürdürmek için şiddete başvurmuştur.
Şiddetle İmtihan
Ancak bilgi çağını yaşayan modern insanın, kendisine yönelen bir tehdit yahut korunma ihtiyacı olmadığı halde şiddete başvurması, günümüz insanı ve toplumları için ciddi bir vahamettir. Bu durum, modern insanın öğrenilmiş şiddetle imtihanıdır. Zira tehdit olmadığı halde kendisine, en yakınlarına, diğer insanlara, hayvanlara ve çevreye kıyanlar kadar toplumsal anlaşmazlık ve çatışmalar da hızla çoğalıyor. Birleşmiş Milletler, mazlum toplumlar için çözüm üretemiyor. Avrupa Birliği, kuruluş amaçlarından uzaklaşmış ve çatırdamaya başlamış. Dünyanın hemen her yerinde çok ciddi insani sorunlar, kıyımlar, yurtlarından olmuş insanlar, toplumsal karışıklıklar, açlık çekenler kısacası ekonomik, duygusal ve fiziksel şiddet hızla artıyor.
Bugün, irademizi içgüdülerimize daha çok yenik düşürerek bizi saldırıya geçiren temel kaynak nedir acaba? Genetik yatkınlık, anne - çocuk ilişkisi, ailenin, çevrenin ve medyanın, insanı şiddete yönelten başlıca faktörler olduğunu biliyoruz. Bazılarımız yaradılıştan suç işlemeye daha yatkın olabiliyor. Ancak bu bir potansiyeldir. İlk yıllardaki yetişme döneminde bu potansiyel uyarılmaz ise saldırganlık ve şiddet eğilimi davranışa dönüşmez. Bunun içindir ki aile ve özellikle anne - çocuk etkileşimi çok önemlidir. Zira şiddet önemli ölçüde öğrenilen bir davranıştır.
Yetersiz Vicdan Gelişimi
Çalışmalar, çocuk ve gençlerdeki yetersiz vicdan gelişimi, ahlak ve hak algısındaki zayıflığın, suça yönelmede belirleyici olduğunu ortaya koymuştur. Modern insanın, daha fazla özgürlük derdi ile giderek kendi zevklerinin peşine düşmesi ve adeta kendi benlik kuyusunda kaybolması, her insanı vermesi gereken yaşamsal sorunun cevabından uzaklaştırmıştır. Evet, günümüz insanı; yeryüzünde neden bulunduğu sorusuna, kendini tatmin edecek bir cevap veremediği için mutsuzdur, uyumsuzdur. Ve insan, bir parçası olduğu âlem ile irtibatı azaldığı için yalnız kalmış, temel yaşama sevinci, umudu ve iradesi zayıflamış ve daha saldırgan hale gelmiştir.
Elbette genetik kodlarımıza işlenmiş irfan geleneğimiz, güçlü aile yapımız, hiç olmayı hedefleyen mana arayışımız ve âlemdeki her şeye merhametle yönelmeyi emreden inanç sistemimizle diğer toplumlardan daha iyi olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak bu iyi olma halinin, ciddi bir tehdit altında olduğunu ve değerler alanında yıpranmanın başladığını hatta hızlandığını görmek zorundayız.
Özellikle bireylerin kendi kurtarılmış mekânlarındaki yaşama dönüşen ailedeki yıpranmaya; şiddeti ince ayrıntılarıyla her saat başında zihinlere taşıyarak kin ve öfke potansiyelini ateşleyen ve reyting uğruna kötülüğü özendirme düzeyine ulaşan medyaya acilen bir düzenleme getirilmesi önemlidir. Ayrıca kendimizi bilme yolculuğunda milli ve manevi olanla evrensel olanı dengelememiz gerektiği unutulmamalıdır.