Dünkü yazımızda İstanbul'daki "çare bulunmaz" gibi duran ve günden güne içinden çıkılamaz görüntüsüyle iyice karmaşıklaşan İstanbul trafiğinden söz edeceğimizi, cumartesi günü öğlen saatlerinde Bakırköy'den Sarıyer Kavaklar'a nasıl üçbuçuk saatte vasıl olabildiğimizi, yerimiz el vermediği için anlatamamış bugüne bırakmıştık.
Bu trafik kördüğümünde, insanın her tür sıkışıklığı (!) yaşayabileceği bir yaşam biçimini, öyle kısacık geçiştirmek tabii ki zordu. Ancak, o üçbuçuk saat içinde nasıl yol aldığımızı, trafiğin ne durumda olduğunu anlatacaktık ama, İstanbul deyince ve İstanbul ile ilgili bir şeyler yazmak için, biraz geniş ve ayrıntılı bir giriş yapmak zorunda kalıyorsunuz.
Ve tabii ki sıcağı sıcağına günü anlatmak güzel olur.
Dünkü yazımızda sözünü ettiğim “İstanbul’da bir pazar günü” adlı kitabımda çok daha ayrıntılı yer alacak ama bugün yerimiz elvediğince buraya aktaralım.
Ailece aldığımız ortak kararla bu günü dışarıda geçirmek istedik. Bu arada benim ortaya attığım bir tercihi denemeye karar verdik. Günümüzü güzel bir balık ziyafeti ile zenginleştirelim, keyifli hale getirelim dedik. Gitmeyi planladığımız yer Sarıyer Kavaklar’daki Güzelyer adlı balık lokantasıydı.
Bu heves ve özlemle Bakırköy’den saat öğlen 12’yi biraz geçe, oğlumun aldığı yeni arabasıyla yola koyulduk. Ataköy sapağından Bakırköy Sirkeci sahil yoluna çıktık. Sahil yolundan keyifli keyifli Sirkeci’ye doğru, sahil boyu süzüle süzüle yola koyulduk.
Sahil yolu trafiği oldukça kalabalıktı, ama akar vaziyetteydi. Sahil boyu yeşillendirilmiş o dolgu park alanları daha şimdiden tıka basa dolmaya başlamıştı çoktan. O kalabalıkların geride bıraktıkları ise yol kenarında sıra sıra park ettikleri araçlarıydı. Bazı yerlerde ise, bu araçlar sahil yolunda iki sıraya dönüşmüştü. Bu arada, bu araçlar arasında park etmek için yer arayanların sallapati sürdükleri araçlar da akması gereken trafiğin bir başka engeli idi.
Tüm bu engeller arasında durmayacak bir hızla Samatya sahilinden kazasız belasız Yenikapı alt geçidine kadar gelebildik.
Yenikapı alt geçidinden geçtikten sonra Kumkapı’ya doğru yol almaya başladık ama azıcık var olan sahil keyfimiz iyice dalgalanmaya, kısa bir sure sonra, yavaş yavaş kaçmaya başlamıştı çoktan.
Neredeyse yürüme hızında Kumkapı’ya gelebildik. Ama görebildiğimiz bir şey vardı ki, trafik artık yürümüyordu. Bunu en net fark ettiğimiz, sahil bandı üzerinde yürüyenler bile bizden hızlı yol alıyorlardı. Yarım saat önce, Yenkapı’ya yaklaşırken yol kenarında yürüyüş halinde gördüklerimiz, Kumkapı sahilinde yürüyerek bizi çoktan yakalamışlardı.
Kumkap sahilinden başlayan eziyet çekilir gibi değildi. Aracımız neredeyse hiç yürümüyordu. Beş metre kadar yol alıp bir kaç dakika yerimizde hareketsiz durarak yürüme hızında Sirkeci yönünde gitmeye çalışıyorduk.
Arabayı oğlum kullanıyordu. Bu sırada ben de telefonumdan, Büyükşehir Belediyesi’nin yayınladığı yol durumunu gösteren haritadan yol gidişatı hakkında bilgi veriyordum. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama, Sarayburnu’na yaklaştığımızı gördüm ama, haritadaki yol görüntüsü hala kan kırmızıydı.
Artık yürüyemiyorduk, duruyorduk desem abartmamış olurum. Sarayburnu’na kadar olan bir birbuçuk kilometrelik yolu beş metre yürüyüp beş dakika durarak kat etmeye çalıştık.
Sarayburnu’nu geçerken saate baktım neredeyse iki saattir yoldaydık. Şirkeciyi vardığımızda tam iki buçuk saati aşmak üzereydik.
İlginç olan, Sirkeci’de sihirli bir el değmiş gibi trafik yoğunluğu azaldı. Kısacası Bakırköy’den Sirkeci’ye varabildiğimiz süre neredeyse iki buçuk saatten çok fazla idi.
Daha sonrası ise bildiğimiz cumartesi trafiği özelliğinde devam etti ve Sarıyer’e varabildik.
İşte İstanbul trafiğinden cumartesi gününe yansıyan üçbuçuk saatlik kısa bir öykü. Bu trafik kördüğümünde, insanın her tür sıkışıklığı (!) yaşayabileceği bir yaşam biçimi.