Giderek karmaşık, dayanılmaz hale gelen ekonominin üzerimizdeki baskısı, buna paralel, çoğunlukla denilen, akşamdan sabaha sürpriz olmaktan çıkan temel tüketim maddeleri zamları dayanılacak gibi değildi.
Şimdi de; uzun zamandır, geldi, gelecek denilen ve zaman zaman gündeme getirilmenin ötesinde pek de fazla bir şeyler yapılmayan deprem, tam bir “kabus” olarak iki gün önce kapımızı çaldı. Gün ortasında, hiç aklımızda yokken, İstanbul’da, 26 Eylül Perşembe günü öğlen saatlerinde, paniğe neden olan, Silivri açıklarında 5.8 şiddetinde bir deprem oldu. Deprem İstanbul’un her yerinde ve neredeyse tüm Marmara’da hissedildi. Ama, en çok İstanbul’un Avrupa yakası, Marmara kıyılarına yakın ilçelerde kabus gibi hissedildi. Neredeyse travma yaratacak derecede panik ortamı yaşattı. Sadece panik ortamı yaratmakla kalmadı. Yirmi yıldır, zaman zaman aklımıza geldiğinde aklımızı şaşırtan 1999, 17 Ağustos Körfez ve hemen ardından kabusun devamı gibi üzerimize çöken Düzce Depremlerinde yaşananları ve geride bıraktığı acıları bir kez daha anımsamamıza neden oldu.
Kısacası; Marmara Denizi, İstanbul Silivri açıklarında, perşembe günü saat 14.00 civarında meydana gelen 5.8 şiddetindeki deprem, öncelikle İstanbul’da ve Marmara kıyılarında yaşayanlara “Kabus! 20 yıl sonra geri mi döndü” dedirtti.
Körfez depremi sonrasında, zaman zaman gündeme getirilen, Kuzey Anadolu Fayı’nın Marmara içindeki bölümünün büyük bir deprem üretebileceği söylentilerinin neredeyse çok aza indiği bir dönemde, Silivri açıklarında meydana gelen 5.8’lik orta şiddetteki bu deprem İstanbullulara büyük korku yarattı ve “Hoşgeldin kabus!” dedirtti.
Zaman zaman münferit nedenlerle gündeme getirilen Kuzey Anadolu Fayı’nın Marmara içindeki durumu, bu yaşanan deprem sonrasında neredeyse unutulmaya yüz tuttuğunu gösterdi. Yimi bine yakın insanımızın kaybına neden olan Körfez ve Düzce depreminden beri yirmi yıldır Marmara’da kayda değer bir aktivitesi olmayan Kuzey Anadolu Fayı Silivri açıklarında kendini hatırlatan 5.8 şiddetindeki bu deprem, “kabus” olarak anılarımızdaki yerini asla unutamadığımız Körfez depreminden günümüze kadar neler yapıp neler yapamadığımızı çok net olarak gösterdi. Çok önemli bir şeyi daha gösterdi ki; beklenen ve sık sık dillendirilen, Çınarcık Çukuru, Slivri ve Kumburgaz açıklarından Tekirdağ’a kadar uzanan, dünyanın aktif önemli faylarından sayılan Kuzey Anadolu Fayı’nın batı kolu üzerinde yaşanacak o büyük Marmara Depremi’ne, gerek toplum psikolojisi, gerek yerleşim alanlarındaki yapısal düzenleme ve gerekse, deprem planlaması olarak yeterince hazırlanamamışız.
Öyle ki; o çok can yakan, büyük Körfez Depremi sonrasında, deprem anında insanların toplanma alanları olarak ayırdığımız yerleri bile koruyamamış, çoğunu imara açmışız. Yaşadığımız Silivri depremi sonrasında sokaklara kaçışan insanlarımız bu konuda kendilerini hiç de güvende hissetmediklerini sıkça dile getirmeye başladılar. Deprem anında en çok ihtiyaç hissedilen deprem toplanma alanları; piktogram simgelerin olduğu küçük tabelaların gösterdiğinden çok daha büyük ve kapsamlı açık alanlar, insanların acil ihtiyaçlarını giderebilecek ve kalabalıkların güvenle toplanabilecekleri yerler olmalıdır. Bu alanlar net olarak, herkesin görebileceği, bilgi edinebileceği şekilde duyurulmalı ve asla değiştirilemeyecek imar yasağıyla korunmalıdırlar.
Kandilili Rasathanesi ve deprem uzmanların söylediklerine göre; Marmara Kumburgaz Çukuru ve Tekirdağ açıklarında durum iyice ciddileşmiş.
İstanbul’da çok etkin ve yaygın önlemler hızla alınmalı. Kritik ilçeler, sahil bölgeleri ve İstanbul nehir yataklarındaki yapılaşma, en ince detaylarına kadar incelenmeli, trafik, yol durumları gözden geçirilmeli, İstanbul başta olmak üzere, Marmara ve deprem riski olan tüm bölgelerimizde deprem anında yapılacaklar ve alınacak önlemler konusunda, toplumumuz vakit geçirilmeden eğitilmeli ve bilgilendirilmeli. Haberleşmeyi sağlayan mobil telefon sağlayıcıların bu depremde yaşattıkları aksakllıklar hızla giderilmeli ve toplum depreme hazır hale getirilmeli.
Asla unutmayalım. Bir yırmi yıl daha zamanımız olmayabilir!