Buhara, Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde 1 milyon 500 insanın yaşadığı tarihî şehir.

Şubat ayında yolumuz Özbekistan’a düştü. Pandemi ile mücadelede ülke farklı kesimlerden insanları davet ederek ülkenin turizm potansiyelini gözler önüne seriyor. Ülke tarihi derinliği ile tam bir medeniyet deryası. Bizi Buhara’da bir zaman tüneli yolculuğu bekliyor… Tarih boyunca yetiştirdiği bilim ve irfan insanları, sanatçı ve alimleriyle zamana mührünü vuran bu şehir, onların ardında bıraktığı eserlerle dünyada Türk-İslam mimarisinin zirveye ulaşmış durumda. Şehir sadece mimari güzelliği ile değil Buhara, ziyaretçilerini manevi iklimi ile de kuşatıyor.

Buhara, Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde 1 milyon 500 insanın yaşadığı tarihî şehir. Arkeolojik bulgular şehrin tarihinin en az 2500 yıl civarında olduğunu göstermiştir. Özbekistan’da Zerefşan Nehri havzasında büyük bir vahada kurulan Buhara, tarihte çok sayıda Türk devletinin siyasi ve kültür merkezlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Türkiye'de Bitlis- Ahlat, Afganistan'ın Belh ile birlikte "Kubbet-ül İslam (İslam'ın kubbeleri)" unvanına sahip 3 şehirden biri olan Buhara, Türk-İslam medeniyetinin yıllarca merkezi durumunda idi.

Türk-İslam ilim ikliminde "Yedi Pir" diye bilinen Hoca Abdülhalık Gucdevani, Hoca Muhammed Arif er- Rivegeri, Hoca Mahmud Encir Fağnevi, Hoca Ali Rametani, Hoca Muhammed Baba Sammasi, Seyyid Emir Külal ve Bahauddin Nakşibend gibi birçok mutasavvıfı yetiştiren Buhara, bugün yine ilimsel çalışmalar yapılan bir şehir.

Dünyada ilmi ve tarihi dokuyu bugüne kadar korumayı başarmış ender şehirlerden olan Buhara'da ziyaret edilmesi gereken yüzlerce tarihi yapıt mevcut. Buhara şehri 1993 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası listesindedir.

İPEKYOLU’NUN KALBİ

Buhara tarihte kervanların en çok uğradığı şehirlerden biriydi. 16. ve 20. yüzyıl arasında burada yaklaşık 50 pazar yeri ve 75 kervansaray bulunuyordu. Buhara günümüzde dört adet kubbeli çarşıya sahip. Buharay-ı şerîf … Minâre-i Kelân (büyük minare), binlerce yıl öncesinde tıpkı bir deniz feneri gibi Kızılkum çölünde seyahat eden kervanlara yol gösterip, onları Buhara’ya davet etmiştir. Çevresindeki meydanda, Han veya Cuma Camii ve medresesi ile Mîr-i Arab medresesi bulunmaktadır. 1918’de İstanbul işgal edildiği Özbek halkı, Minâre-i Kelân’ın çevresinde toplanarak İstanbul’un işgalini bu meydanda protesto ederek dualar etmişlerdir.

Şehrin biraz dışında kuzey yönünde Kasr-ı Ârifan köyü’ne geldiğinizde, arabaların bir yapının önünde birden yavaşlayarak ve çok yavaş bir şekilde geçtiklerini görürüz. Bahâüddin Nakşbend’in türbesinden Özbek halkının büyük mutasavvıf Nakşbend’e duydukları derin saygının bir işareti olarak yavaşça geçmektedirler. Mermerden yapılmış büyük mezarın yanında, kabrin dört küçük minareli orijinali de günümüzde muhafaza edilmektedir.

Güler yüzlü ve Türkiye aşığı insanlar etrafımızda. Şehide üç dil konuşuluyor, Özbekçe, Tacikçe ve Rusça… Anadolu Türkçesi ile herkesle anlaşabiliyoruz. Bir masal diyarında tarih yolculuğunuzdayız…