Varlık âleminde kendi başına, kendisi kadar, kendisine verilen ruhsat kadar vardır insan.

Nasıl ki insanların her biri başka özelliklere sahiptir, farklıdır ve tektir. Aynı şekilde her insanın kâinat ve varlık algısı da farklıdır. Diğer bir ifade ile içinde yaşadığımız çevre, birlikte olduğumuz insanlar ve eşya aynıdır. Ama her birimizin bunları görmesi, algılaması, içselleştirmesi, anlaması farklıdır, kendine özeldir. Farklıdır ki her birimizin çevresiyle iletişimi başka türlüdür. Aynı olaya farklı tepkiler vermemiz de bundandır. Hâsılı kelam her insan, varlığı başka türlü görür ve anlar.

Esasen bu ilahi bir adaletin de tecellisidir. Zira her birey görmesi, anlaması gerektiği kadarını alıyor zihinsel sürecine. Her insan, belirli bir duygusal derinliğe inebiliyor, varlık âlemi ile ilişkisini, kendi meşrebince, ağırlığınca kuruyor. Sahip olduğu zihinsel ve duygusal testinin hacmi kadar doluyor insan. Ve dolduğu kadar oluyor, kemale eriyor. Âdem; dolduğu ve kemale erdiği kadar insan oluyor ve âlem oluyor. Sürekli genişleyen evrenin başlangıcı 13,8 milyar yıl önceye dayanıyor. Yüz milyonlarca galaksi, binlerce canlı var. Tüm bu sistemler bütününün, bir başlangıcı bir de sonu olduğuna göre o halde başlangıçtan önce ve sondan sonra ne var acaba? Bilim felsefesinin bu kuşatıcı soruya cevap arayışları devam ediyor. Bilim, çeşitli bilim dalları ile evrenin işleyişine yönelik yasaları önemli ölçüde ortaya koymuştur ancak bu yeterli değil. Bir düzenin işleyişini bilmek, o düzenin var olma nedenini anlamamız için yeterli olmuyor her zaman. Şu halde sistemin işleyişini sağlayan yasaları koyan güç nedir? Zira bütün bilimsel yasaların amacı, daha anlaşılır bir evrende yaşamamızı sağlamaktır. Yasalar varsa bir yasa koruyucu da vardır. Bir düzen varsa bu düzeni ortaya koyan da vardır. Şu halde evren, bilinçli bir tasarımdır. Kısacası evrenin başlangıcından öncesini, kendisini ve sonrasını kapsayan bir Yaratıcı güç, sonsuz bir kudret, her şeyin her şeyini kuşatıcı Güzel vardır.

Her insan aslında fizik ve duygu dünyasında âlemi temsil eder. Buradaki yoğunluk ve temsil gücü her bireyde farklıdır. Yani her birimiz bir zerresi olduğumuz varlık âlemini, aynı zamanda kendi içimizde, kendimize özgü şekilde temsil ederiz. Diğer zerreleri etkileriz ve onlardan etkileniriz. Aynı ağacı görürüz dalındaki meyveleriyle ama her birimizin bu manzaradan çıkardığı anlamlar başka türlüdür.

Âlem İle İnsanın Aşkı

Varlık âleminde kendi başına, kendisi kadar, kendisine verilen ruhsat kadar vardır insan. Müsaade edilen fizik ve duygu derinliği kadar etkilidir insan. Zira varlık âleminin her kalbe yansıması farklıdır. Dolayısıyla insanın derinliği ve farklılığı değildir onu özel kılan. Varlığın, onun kendisine özel olarak yansıma biçimidir insanı farklı ve biricik kılan. Daha değişik bir bakışla hem insan kendine özgü bir derinlikte algılar varlık âlemini. Hem de varlık âlemi, o insana özgü yansır onun gönlüne. Ve bu bir karşılıklı algılamadır. İnsan âlemi, âlem de insanı görür, anlamaya çalışır ve böylece birbiriyle ilişkilenirler. İşte böylece insan âlemin, âlem de insanın içine geçer derin bir aşk misali. Bu aşkın yoğunluğu, insanla âlemin birbirlerini anlaması, tanıması, birbirinin yerine geçebilmesi ve temsil edebilmesine bağlı olarak derece derecedir.

İnsan varlığı, varlık da insanı etkiler ve temsil eder. Her ikisi de bu ilk adımı atma arzusundadır. Zira bu bir aşktır, insanla âlem arasında. Her aşkta olduğu gibi fiziki algıyı aşmak ve öze inmek gerekir. İnsan âlemin, âlem de insanın arkasındaki esası, özü anlamanın peşindedir aslında. İkisinin de arkasındaki özün aynı olması, onları bu özde sonsuz bir aşk derinliğinde buluşturur. Böylece insan ile âlem, kendilerini var eden Güzel’in yolunda buluşurlar, hiç kopmayacak bir aşkla ikiden Bir’e doğru yol alırlar.