Garip olan, hakikatte Allah'ın varlığından kopup, O'ndan uzak düştüğünü idrak eden kimsedir.
Garip olan, hakikatte Allah’ın varlığından kopup, O’ndan uzak düştüğünü idrak eden kimsedir. Vatanından ayrı düşüp, yabancı il olan dünyada bedbaht dolaşan gariplerin hakikati Hazreti Muhammed’dir.
Hazreti Mevlana: “On sekiz bin âlem içinde, bu topluluktan daha kimsesiz kimsecikler yoktur. Mustafa’nın da kimsesizliği buydu, yetimliği de bu yetimlikti. Yoksa o, Abdülmuttalib’ in ölümüyle yetim olmamıştı. Mekke’den Medine’ye göçmekle de gurbete düşmemişti. Zâtî garipliğin alâmeti, bir sırdaş ve bir arkadaş bulamamaktır. Hangi dildir ki, onun diliyle eş olsun? Onlardan hiçbir garip yoktur ki, bir garip okşayanı olsun; aksine onlar, bütün dünya gariplerine nazlanırlar, “Siz” derler, “bu âlemdesiniz, biz ise yüce âlemden gurbete düşmüşüz”
Bir bakıma hakiki garip Peygamberdir ve Peygamberin vârisleridir. Çünkü onlar, Allah’tan ayrı düşmenin garipliğini yaşarlar. ‘Kimsesizlik’ maddî anlamda değildir elbet. Mânevî anlamda, Allah’tan uzak olmanın garipliğini yaşarlar. Aynı zamanda garip kelimesinin içerisinde farklı kavramlar barındırıyor gibi görünse de, Allah’a en yakın olarak da yine bu garip kelimesi kullanılır. Çünkü garipler, hiç bir şeyi, maddi varlığı, hatta kimseleri olmaması hasebiyle bütün varlıklarından soyunmuşlardır. Varlıktan soyunduğun ölçüde, Allah’a yakınlık artar. Dolayısıyla Hz. Meryem soruyor: “Niye beni bu kadar yalnız bıraktınız?” Onun üzerine Allah cevap veriyor: “Sana ben yetmiyor muyum?” İşte Allah’ın yettiği kişilerdir garipler. Ancak onlar, dünyanın insanlarıyla meşgul olmanın garipliğini yaşarlar; her an Allah’larıyla olurlar, fakat aynı zamanda dünyada olmanın, dünyanın dört unsurunun zincirlerine vurulmanın garipliğini yaşarlar. Kurbiyet ile garipliğin alâkası vardır; garip olduğu ölçüde, gariplik arttığı ölçüde yakınlık artar.
İslam inancında Yaratandan ötürü yaratılanı sevmek vardır. Ecdadımız aynı zamanda vakıf medeniyetinin mimarıdırlar. Kimsesizlere yönelik vakıflar kurmuşlar, Gureba Hastanesi bunlardan biridir. Kimsesizlerin, yani gariplerin hastanesidir. Onlar da insan ve Allah’ın kuludur, onlarda insan onuruna göre yaşama haklarına sahiptirler. Müslümanlar için bu büyük bir sorumluluktur. Yalnızlık, yokluk, yoksululuk sadece maddeyle izah edilemez. Asıl mânevî anlamda yalnızlık ve kimsesizlik yaşanır. Çünkü insan bazen en yakınlarının yanında bile kendisini garip hissedebilir. Maddeten ve bedenen kalabalık toplum içinde olabiliriz; fakat o kalabalık toplum içinde de yapayalnız olabiliriz. Kalben ve ruhen Allah ile beraber olabiliriz. O yalnızlık bizim kendimizle buluşmamızı, ve Yaratanın üzerimizdeki merhamet ve bereketini hissedebiliriz. İşte o zaman zikrin de, fikrin de, şükrün de değeri yerini bulur. Allah Erhamerrahimindir. Garipliği yadırgamamak gerekir. Yokluk içinde varlığı, varlık içinde yokluğu öğrenmiş oluruz. Ayrıca garip olanların şehit olarak öleceği rivalet edilir.
Mesela Şeyhülislam Hazretleri garipleri “Hâlen garip olan kimseler, günahların bolca işlendiği bir zamanda, sâlih kalabilen kimselerdir. İlmen garip olan kimseler; cehâletin diz boyu olduğu zamanda, âlim olabilen kimselerdir. İşte “Kendilerine müjdeler olsun” ifadesinde, müjdenin sunulduğu bu insanlardır” şeklinde tarif etmiştir. Resulullah efendimiz de gariplerle ilgili “Mutlaka ki bu din garip başlamıştır, garip nihayet bulacaktır. Gariplere müjdeler olsun” buyurmuştur. Demek ki oradaki müjde de bu anlama geliyor.
“Dünyada asıl garip olan dört şeydir” demiş insan-ı kâmiller;
1. Zalimin hafızasında bulunan Kur’an
2. Müslüman topluluğun yerinde bulunup da, onların namaz kılmadığı bir mescit
3. Bir evde bulunup da, orada okunmayan Kur’an
4. Fena bir zümre içinde yaşayan sâlih kişi
Bir de hilkat garibesi diye bir tabir vardır. Herkese benzemeyen anlamına da gelir. İşte görüldüğü gibi, herkesin içinde farklı olmayı becerebilenlere daha çok garip deniyor. Yaratılış itibariyle hiç kimseye benzemeyenler, diğerlerinin ilgisini çekerler; onlara hilkat garibesi denir.
Ama asıl hilkat garibesi; bu kadar büyük mânânın içinde, Allah’tan uzak kalan kişilerin hakikatleridir. Esas olan görünen şekil değil; o yaratılanın Yaratanıyla olan yakınlığı ve bağıdır.
Öbür yandan nefsimiz garipliği sağlıyor. Yasak meyveyi yemenin karşılığı Cennetten uzaklaştırılmak ve dünyaya mahkûm olmasıdır insanın. Nefsaniyetimizi yenmemizdir bir anlamda gariplik. Bir nevi gurbetteyiz bu fani dünyada. Yedi sene sonra gurbette olduğunu idrak ediyormuş insan, yani en çok acıyı çeken, idrakli kişi yedi sene dayanabiliyormuş. Onun için yedi yaşında namaza başlayın diyorlar. “En büyük garip Âriflerdir” diyor Şeyhülislam, “Ârif olan garip, gariplerin de garibidir. Zira o dünyada hem de âhirette gariptir” Allah’a kavuşmazsa, âhirette de garip kalıyor. Ancak Cemâlullah’a kavuşursa garipliği bitiyor.