Kovid-19 başrollerdedir. Yazsan bir türlü, yazmasan bir başka türlü idi.

Yazdığımız yazıları hemen hemen çoğunluğunda ana konular Kovid-19 içerikliydi. Önce sağlık diyerek ahvalimiz nedir diye merak ettiğimizden ve biraz da bilgilenmek için başka şeyler yazmak içimizden gelmiyor bu sıralar. Nasıl gelsin ki; televizyonları açtığımızda ana haberler dahil neredeyse tüm programlarda pandemi tartışılıyor ve

Kovid-19 başrollerdedir. Yazsan bir türlü, yazmasan bir başka türlü idi.

YeniBirlik yayın hayatına başladığından beri haftanın üç günü köşe yazısı yazıyorum bunlardan biri güncel spor olayları, ikisi ise “güncel” genel başlığı altında, yaşamdan yansıyanlardan alıntılardır.

Bu yazılardan az da olsa bazıları; televizyon ekranlarından evlerimize konuk ettiklerimizdir. Zaman zaman, eski yaptığım işlerden biri olan televizyon eleştirmenliği aklıma gelir ve o alanda neler oluyora takılır, ekranlarda olanları anlatmaya çalışırdım. Telemagazin Dergisini yönettiğim dönemlerde ve oldukça uzun süre sevgili dostum Nurcan Sabur’un Magazinkolik web sitesinde devam ettirdiğim ve asla unutamadığım yıllar süren bir tutkuydu. O nedenledir ki, zaman zaman, ekranlardan yansıyanlara kısa kısa dokunduğum olmuyor da değil.

Neredeyse bir yılını devireceğimiz Kovid-19’un bizleri evlere kapadığı bu dönemlerde etkin bir kitle iletişim aracı olan televizyon ekranları karşısında kendi kendimizi hapsetmiş durumdayız. Günün birçok saatinde mutlaka televizyon izleriz. Neyi izleyeceğimizi seçemeyecek durumdayız, sadece izleriz. Özellikle biz 65 yaş üstüler için başka yapacağımız fazla bir şey de yoktur. Kitap okumak, bilgisayarda sörf yapmak veya film izlemekten başka. Televizyonlarda haftalık periyotlarda yayınlanan, genelde günübirlik özentisiz senaryoların eseri olan dizileri izlemek, istemeden paylaşmak zorunda olduğumuz dayanılmaz bir eziyettir. Eve tıkılmaktan neler kaybettiğimizi hiç ama hiç akla getiremeyiz.

Aslında bu konuda kafa yormak, yaşamak istemediğimiz en ağır eziyetlerden birine dönüştü. Televizyon ekranlarında izlenmesi eziyet olan; özensiz, konusuz dizilerin yanı sıra, karabasan gibi üzerimize çöreklenen Kovid-19 haberleri ve en dayanılmazı, etrafımızı çepeçevre saran, aklımıza takılan tartışma programları yorumları, artık dayanılacak gibi değil.. Televizyon yayınlarında iyice keskinleşen ötekileştirmeler, yaşanan sağlık endişeleri, eve kapanmış olmanın yanı sıra, dışarıya özlem, sağlığımızla birlikte psikolojimizi de iyice bozdu. Bu dönemlerde müzik eğlence programları da yok, eskilerdeki gibi. Bu ekranlardan evlerimize akan ve salonlarımızdaki koltuklarımıza yerleşen bu televizyon programlarından daral deldi.

Bu tür müzik eğlence programlarına en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardayız ve o programları çok ama çok özlüyoruz..

Pazartesi günü yayınlanacak olan bu yazımı yazarken, Star TV ekranında bir süredir ilgimi çeken “İbo Show”u da izlemekteydim. Konuklar; Zara, Oktay Çakar, Yılmaz Vural ve Oya Başar idi. Cumartesi akşamları yayınlanıyor. İbrahim Tatlıses de canlı performans şarkılar söylüyor.

İlgiyle izliyorum. Bugünkü yazımda bu konuyla ilgili söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Ancak burada bitirmiyorum. Yıllar sonra ekrana gelen ilk müzik eğlence programını gelecek hafta daha ayrıntılı olarak anlatacağım.

İzliyor musunuz bilemiyorum ama izleyin bakalım. Neler hissedeceksiniz?

BİR TUTAM TEBESSÜM

BUZLANMA VAR!

Çankaya yokuşundan inmekte olan bir kamyon kırmızı ışıkta durur.

O sırada yanındaki otomobilin direksiyondaki sarışın bir kadın camını açar, bağırır;

- “Şoför bey kasanızdaki yükünüz arkadan yola dökülüyor, haberiniz olsun”

Kamyon şoförü sarışını görür ama hiç oralı olmaz! Yeşil ışık yanınca basar gider.

Sarışın bozulmuştur. Bir sonraki ışıkta kamyonu tekrar yakalar. Bu kez arabasından iner ve kamyon şoförüne camı indirmesini söyler.

Başlar bar bar bağırmaya;

- “Size kaç seferdir “yükünüz sürekli yola dökülüyor” diye ikaz ediyorum ama beni takmıyorsunuz!”

Kamyon şoförü artık sıkılmıştır, sinirlenerek sarışına bağırır.

- “Laa kadın hadi git işine. Çankaya yokuşunda buzlanma var. Ben de yola tuz döküyorum!”