İnsan sosyal bir varlıktır. Bu haliyle de birbiriyle ilişkili ve muamelat içindedir.
Hele şehirleşmeyle birlikte en çok da ihtiyaç duyduğumuz şey adabı muaşerettir. Adabı muaşeret bizi adaletli ve ahlaklı kılan bir davranış biçimidir diyebiliriz. Toplum içinde birbirimize karşı sevgi saygı çerçevesinde, şefkat ve merhamet duygularıyla harakat etmemiz aynı zamanda Müslüman ve insan olmanın gereğidir. Edep adaba aykırı davranış toplum tarafından hoş görülmez. Tepki duyulur. Bu tepki duymanın bir şekli “Edepyahu” şeklinde muhatabamıza söylenen bir sözdür. Ey adam edebli ol manasına geldiği gibi, “Edepyahu” aynı zamanda bizi edeplendir, bizi terbiye et, anlamına da gelebilir. Cenab-ı Allah başta biz insanoğlunu terbiye ettiği gibi, bütün yarattıklarını da terbiye eder. Çünkü Allah bütün Alemlerin Rabbi yani terbiye edicisidir. İmtihan için bir terbiyesizi başımıza musallat eder, bizim sabır ve tahammülümüzü görmek ister.
Tasavvufta edep, Allah ile ilişkin arttığı ölçüde şeriata yani Allah’ın emrettiklerine daha çok sarılmaktır. O irtibat arttığı ölçüde daha da çok sarılmak... Bu tasavvufun edebidir. Mesela bazı insanlar bazı tarîkatların ehilleri “Benim artık namaza ihtiyacım yok, oruca ihtiyacım yok. Ben her dakika Allah’ımla o kadar beraberim ki” gibi cümleler söylerler. Bu sözler edep dışıdır. Çünkü biz Peygamber’de bunu görmüyoruz. Hazreti Şems bunu daima vurgulamış ve “Sen Peygamber’in bir gün namazı bıraktığını gördün mü ki bu lafı ediyorsun?” demiş. Ariflerden biri; “Önce usul, sonra vusul” diyor. “Sen Allah’a kavuşmak istiyorsan Allah’ın istediği tarzı yaşamalısın. İstediği tarzı benimsemeden, Allah’ın edebiyle edeplenmeden, Allah’a kavuşmakta zorlanırsın” diyor. Yani kendinden geç, varlığından arın ve bütün kötü huylarını terk et ki, Allah’ına kavuşasın.
Edep her şeydir. Bakın İbn Arabî Hazretleri: “Allah’a varmak hayret ile olur” diyor. Hayreti anlatırken diri olmak ve diriliş diye anlatmış. “Diriliş edepsizliği terktir” demiş. O halde insanın dirilmesi için, diri olması için edep ehli olması gerekir. Yani her âna hürmet etmesi, her âna saygılı olması gerekir. Bu ise hastalık geldiğinde hürmet, sıkıntı geldiğinde saygı, dil ile itirâzı terk etmektir. İtiraz edince ne değişiyor? Kendimizi üzmekten, negatif enerji yüklenmekten başka neye yarıyor? Bir felsefeci şöyle diyor; “Allah’ın yaptığına itiraz etmek akıntıya karşı kürek çeken akılsızın işidir.” Öyle ise itirâzı terk ederek Allah’a teslim olmak ve içindeki acıyı alması için ona dua etmek lâzım. “Bu acıyı bana sen verdin. Sen verdiğin için ne çektiğimi de yalnız sen biliyorsun. O halde ben niye gidip de başkalarına anlatayım?” hissinin içimizde oluşması lâzım.
Ahmed er-Rifâî Hazretleri, hadislerin yorumunda Allah’ın Hz. Yakub’a şöyle seslendiğini söyler: “Bu kadar Yûsuf demeseydin bu kadar Yûsuf diye ağlamasaydın da bir kere Allah deseydin, ben Yûsuf’a karşı içindeki bütün özlemi alırdım.” Görülüyor ki, Allah’ı anarken bile başka ad kullanmak edep dışı oluyor. Koskoca Peygamber için bile olsa, edep dışı oluyor. Yani şunu söylemeye çalışıyorum ki, sevgilin sana bir lütufta bulunmuş. O acıyı içinde hissetmemek diye bir şey söz konusu değil. Acı hissediliyor, acı var ve olmalı çünkü acı insanı olgunlaştırıyor. Mesela hamile bir hanım çocuğunu çabuk doğurabilsin diye doktordan acısını arttırmasını rica eder. Demek ki senden bir veled-i kalp (mânâ çocuğu) doğması için acı şarttır. Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur ki: “Hz. Meryem ölü olan hurma ağacına doğum sancısıyla dokundu, ölü hurma ağacı dirildi.” Acı ölüyü diriltir. Öyle bir lütfu vardır. Bunu idrak ettiğin zaman bu âyeti okuyan: “Evet ben acı duyuyorum ama bu acı sayesinde ben dirileceğim, Allah ile beraber olacağım. Baştan aşağı idrak kesileceğim. Onun için acıyı duyayım ama bir yandan bir de huzur duyayım, memnuniyet duyayım” der. İşte bu ikisini bir arada yaşamaya başlarsak Allah yavaş yavaş sıkıntıyı alır. Biraz Kur’ân-ı Kerîm’den örnek verelim. “Şeytanın adımlarına uymayın” der ve beraberinde de bizleri nasıl görmek istediğini o âyetler ve sûreler aracılığı ile bildirir. “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.”
“Edep Allah ile beraberliği hissetmektir.” “Rab, her an gözetlemektedir.” “Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” Hepimizin en çok sevdiği âyetlerden biri, “Şüphesiz,
biz ona şah damarından daha yakınız.” O halde nefes aldığımız müddetçe O’nu bütün hücrelerimizle ve varlığımızla hissedeceğiz. Onun rızasını kazanabilme şuuruna ermek için azami gayreti göstereceğiz. Velhasıl edepli olmanın en önemli anahtarı Kur’an-ı hayatımıza rehber edinmek ve Peygamberin sünnetine uymaktan geçer vesselam.