Son zamanlarda düşünme konusunu daha fazla tefekkür etmemizin ve yazmamızın nedeni; dünya insanının giderek daha az düşündüğüne ve manadan uzaklaştığına yönelik gözlemlerimizdir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özellik nedir sorusuna karşılık çoğumuzun aklına ‘düşünmek’ cevabı gelir. Milyarlarca sinir hücresinin arasındaki elektrik akımına ev sahipliği yapan beynimizin; duyularımızla aldığı verileri, bize has yüksek zihinsel fonksiyonların ve gönül değerlerimizin süzgecinden geçirmesinden söz ediyoruz. İnsan, sebepler ve sonuçlar arasındaki bağı yakalamak için düşünmek, tefekkür etmek zorundadır. Çünkü insanın eşyaya ve olaylara anlam yüklemeye, görünenin arkasındaki mana ile buluşmaya ihtiyacı vardır.
Son zamanlarda düşünme konusunu daha fazla tefekkür etmemizin ve yazmamızın nedeni; dünya insanının giderek daha az düşündüğüne ve manadan uzaklaştığına yönelik gözlemlerimizdir. Gerçekten de şahit olduğumuz olaylar, insanlığın düşünme eylemi açısından güzel bir yerde olmadığını göstermektedir.
Evde, iş ortamında, sosyal yaşamda vaktimizi nelerle doldurduğumuza ilişkin tablo ürkütücüdür. Sosyal grupların iletileri, arkadaşların, siyasi partilerin, STK’ların ve markaların paylaşımları… TV kanalları, filmler, diziler, reklamlar, haberler… Kimi küçük kimi büyük ekranların başında bize sunulan sanal veriler ve içeriklerle doluyor hayatımız. Adeta düşünmeye vaktimiz yok.
Öyle ki dünya ile sanal irtibatımızın kesildiği uçakta bile yolcular çoğunlukla ekran başında. Sıkça çıktığımız uçak yolculuklarının birinde, bir buçuk saat boyunca telefon ekranında oyun oynayan yanımdaki yolcuya dayanamayıp sormuştum. Cevabı çok anlamlıydı. ‘Oyun oynuyorum çünkü beni düşünmekten uzaklaştırıyor’. Evet, istenen tam da budur aslında.
DÜŞÜNMEK TEMEL İHTİYACIMIZ
Düşünmemek için düşünmenin dışındaki her şeyle uğraşıyoruz, uğraştırılıyoruz. Çok konuşuyor, münakaşa ediyor, karşı çıkıyor, ideolojik yorumlar yapıyor, oyunlar oynuyor ve izliyoruz durmadan. Düşünülenleri tüketmekten düşünemiyoruz. Düşünmenin kapısını aralayacak soruları sormuyor, düşünme eylemine geçmiyor, geçemiyoruz. Çevremizi saran görünen maddi varlık, mana arayışımızı sağlayacak düşünme eyleminden uzaklaştırıyor bizi günden güne.
Şu dünyadaki varoluş serüvenimizi, varlıkla ilişkimizi, ahlak, erdem ve adalet gibi temel evrensel değerleri kısacası hayatın anlamına ilişkin tasavvurumuzu inşa etmek için düşünmek zorundayız. Lakin zaten bir oyun alanı olan dünyada öylesine oyunlarla ve gereksiz münakaşalarla iç içeyiz ki düşünmenin sağlayacağı mana yolculuğundan ve kendi gerçeğimizden kopuyoruz, kendimize yabancılaşıyoruz.
Dünyaya yön veren ve insanlığın gelişmesini sağlayan filozoflar, bilim insanları, düşünsel gelişimin anahtarını farklı gerçeklerde aramış ve bulundukları dönemin mana yolculuğuna ışık tutmuşlardır.
İnsanoğlu için düşünmenin, beslenme ihtiyacından daha önde olduğunu dile getiren Aristo, bu önceliğin nedenini soranlara; bedenin ihtiyaçlarını gidermenin bile basit düzeyde bir düşünmenin eseri olduğunu belirtir. Platon; insanı erdeme ulaştıran temel değerin bilgi olduğunu ve bunun da düşünme ile geliştirilebileceğini ifade eder. Farabi; tek başına mantık odaklı düşünmenin doğruyu bulmamız için yeterli olmadığını, düşünme eyleminin gerçek kaynağının kalp olduğunu ve bu şekilde erdemli düşünmeye ulaşılacağını söyler. Benzer şekilde İmam Gazali; kendi yaşam öyküsüyle akıldan kalbe, maddeden manaya, statüden hale yolculuk yapmış ve gerçek düşünce yolunun, hikmet nazarıyla varlığa mana vermekten geçtiğini ifade etmiştir.
VAROLUŞUN ANLAMI
İbn-i Haldun; toplumların ilkellikten uygarlığa doğru ilerlemesini sağlayan ve temel toplumsal bağ olan asabiyye kavramını, düşünce sisteminin özüne yerleştirir. Descartes; var olmanın ancak düşünmekle mümkün olacağını belirtir. Hegel; düşünmenin merkezine özgür irade ile hareket eden aklı koyar ve insan yaşamında aklın ölçüsünün geçerli kılınmasını savunurken, Marx; çalışan sınıfın hak arayışını, düşünce akımının özüne yerleştirir. Nietzsche; çağının temel düşünsel gerçeği olarak güç ve iktidar isteğinin belirleyici olduğunu dile getirirken, Freud; insanın bedensel arzularının düşünce dünyası üzerinde etkili olduğunu savunmuştur.
İnsanın psikolojik sağlığı bakımından da düşünmek, olmazsa olmaz hükmündedir. Zira bireyin, maddi varlığını sürdürmek için giriştiği çaba gibi zihinsel fonksiyonları ve akıl sağlığı için de bir çaba içinde olması kaçınılmazdır. Nasıl ki bedenimizin sağlığı ve dengesi için yemek ve içmek zorundayız, aynı şekilde zihnimizi beslemek için de düşünmek zorundayız. Ancak günümüz dünyasında maddi ihtiyaçlar için harcanan emeğin alabildiğine geliştiği, renklendiği, derinleştiği buna karşılık özünde düşünme eyleminin yer aldığı mana arayışı ve ruhsal doyumu sağlayacak çabaların giderek zayıfladığı da bilinen bir gerçektir.
Mana arayışından uzaklaşan insanlık ailesinin, toplum ve fert düzeyindeki psikolojik sağlığı tehlikeye girmiştir. Bir numunesi olduğumuz âleme ve dünyaya yabancılaşmaya başlamamız bundandır. Oysaki gelişmemiz için özü koruyarak değişmemiz ve bunun için de düşünmemiz şarttır.
Üzerinde düşünmemiz gereken bilgi ve olaylar, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar çoğalmışken maalesef tarihte görülmemiş şekilde insanın, düşünme ve mana arayışı zayıflamıştır.
Düşünme üzerine düşünürken ‘Açık Ufuk’ imdadımıza yetişti. Alıştığımız siyasi bir profilin ötesinde entelektüel ve estetik derinliği ile dikkati çeken İbrahim Kalın, iyi, doğru ve güzel düşünmek üzerine kaleme aldığı eserinde (Açık Ufuk, İnsan Yay., 2021); düşünmeyi çileli bir iş olarak ele almış ve şu şekilde ifade etmiştir: “Düşünmek, bir şeyin anlamını kavramak için onun içine nüfuz etmektir. Düşünme aynı zamanda bir keşiftir. Perde kalkınca mananın arz-ı endam etmesidir. Düşünmek, insanı konfor alanından çıkarır, rahatını bozar, sorgulamayı öğretir.” (Not: Düşünme konusundaki yolculuk için Açık Ufuk kitabını okurlarımıza öneririz.)