Düzensiz göç hareketleri özellikle iç savaşın ve terör eylemlerinin olduğu bölgelerde daha yoğun bir şekilde görülürken diğer sorunlar kendi coğrafyalarında yardımlarla çözülmeye çalışılıyor.
Düzensiz insan hareketliliği tüm dünyayı ilgilendiren önemli bir sorun. İklim değişiklikleri ile birlikte dünyanın çoğu bölgesine daha çok etkide bulunan açlık ve susuzluk, iç savaşlar, terör eylemleri, işsizlik gibi birçok neden daha iyi şartlarda yaşamak, kendine bir gelecek kurmak isteyen insanları göçe zorluyor. Düzensiz göç hareketleri özellikle iç savaşın ve terör eylemlerinin olduğu bölgelerde daha yoğun bir şekilde görülürken diğer sorunlar kendi coğrafyalarında yardımlarla çözülmeye çalışılıyor.
Kırılma Noktası 11 Eylül
Orta Doğu’da kırılma noktalarından biri olan 11 Eylül olaylarından sonra ABD’nin terör ile mücadeleyi ulusal güvenlik stratejisinin merkezine oturtması ve radikal terör örgütleri ile mücadelesinde örgüt, lider ve uzantılarını kaynağında yok etmek için Orta Doğu coğrafyasında başlattığı harekatlar, ABD’nin elinin değdiği yerlerin terörden arındırılmasından ziyade istikrarsızlaştırılmış bölgeler haline gelmesine neden oldu.
Orta Doğu coğrafyasında ikinci kırılma noktası olan Arap Baharı’nın bıraktığı etkiler bölgede istikrarsızlaşmayı doruk noktasına taşıdı. İç savaşlar ile nüfus politikaları daha geniş alanda uygulanmaya başladı. Kitlesel göç hareketleri tetiklendi. Bu esnada ne tesadüftür ki(!) Avrupa’da aşırı sağ yükselişe geçti, ırkçılık ve zenofobi – yabancı düşmanlığı - eylemleri nefret söylemleri ile birlikte Avrupa’nın ve dünyanın bir çok bölgesinde kendini göstermeye devam etti. Avrupa’nın korkulu rüyası haline gelen göçü engellemek için Türkiye özellikle kendi sınırında meydana gelen insani drama dur demek için savaştan kaçan sivillere sığınmacı statüsünde geçici koruma sağlamak üzere kapılarını açtı. Suriye’den gelen sığınmacılar ülkelerinde bitmeyen savaş yüzünden geri dönmezken, AB ile Orta Doğu’dan gelen sığınmacılar için anlaşan Türkiye’ye karşı verilen sözler de zamanında yerine getirilmedi. Bugün doğuştan sahip olduğumuz yaşama hakkımızın küresel devletlerin petrol kaynaklarının ve transferinin kontrolü uğruna bombalanan yerlerden kaçarak korumaya çalışmak aslında sığınmacıların hiç suçu olmadığı halde yine Avrupa merkezli bir dayatma sonucunda ciddi bir krizin de kapısını araladı.
Kitlesel Göç Hareketi
Afganistan’dan gelen kitlesel göç hareketi sonrasında Avrupa’dan gelen üst üste açıklamalar aslında durumun vahametini anlamamız açısından oldukça belirleyici oldu. Merkel, Türkiye’nin AB’ye alınmasını öngörmediğini ancak göç konusunun idaresi açısından Türkiye ile iyi geçinilmesi gerektiğini ifade ederken; Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz Afganistan göçmenleri için Almanya’dan, Avusturya’dan, İsveç’ten ziyade Türkiye’nin daha uygun olduğunu söyledi. Kabul edilebilir nitelikte olmayan bu açıklamalar Türkiye’de düzensiz göç hareketlerinin “sınırları, kaynakları ve kapasitesi” belli olan ülkemizde gelecek dönemlerde nasıl sorunlar yaşayabileceğimizin de altını çiziyor. Göz ardı etmemiz gereken en önemli husus dünyanın en büyük yaraları nüfus politikaları ile açıldığıdır. Düşünmemiz gereken Avrupa’nın kabusu olan göçmen sorununu sırtlayacak Türkiye’nin kaynaklarının ve kültürel yapısının bunu ne kadar kaldırılacağı ile birlikte, bugün yerlerinden planlı şekilde Türkiye sınırına doğru itilen nüfusun boşaldığı yere kimlerin yerleştirileceğidir. Bu sebeple hem Afganistan’dan gelen göçü önlemek hem de Suriye’de yeniden yapılanma sürecinde, Türkiye’nin sınırında kimlerin olduğunu bildiği ve güvenliğine destek verdiği bir yapı oluşturulmasına destek vermek büyük önem taşmaktadır. Burada çözüme giden yol ülkemizde ikamet eden sığınmacı ya da mültecileri kendi içimizde ötekileştirmeden, incitmeden, düşmanlaştırmadan, iç siyasetin gündem maddesi haline getirerek insan hayatını politikanın bir parçasına dönüştürmeden, merkeze Türkiye’nin çıkarlarını koyduğumuz bir politikayı hayata geçirebilmektir. Bunun için yapılacaklardan biri başta Çin, ABD ve Rusya’nın bulunduğu ve yeniden yapılanma sürecinde aktif rol alacağı Suriye bölgesinde Suriyelilerin güvenli yaşayabileceği bölgelerin oluşmasında rol almaktır. Bunun için de Suriye ile ilişkileri geliştirmek önem taşımaktadır. Diğer taraftan insani boyutunu geride tutmadan Afganistan’dan gelen göçün önüne geçilmesi ve Avrupa’nın yükünü kendisine teslim etmek diğer bir gereklilik olarak karşımızda durmaktadır.
Unutmadan!
Yazımı bize büyük gurur yaşatan Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı’na gönülden tebriklerimi sunarak ve hiç bıkmadan hatırlamamız ve hatırlatmamız gereken Mustafa Kemal Atatürk’ün sözü ile bitirmek istiyorum;
“Ey Kahraman Türk Kadını, sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”