Ortada moderatör, sağ ve sol yanında karşılıklı oturmuş konuşmacılar ve uzaktan bağlanan konuşmacı, memleket meselelerini canlı yayında konuşuyorlar. Konu ve konuşmacılar önemli değil. Davranışlarını, tepkilerini, beden dillerini ve iletişim biçimlerini izliyoruz.

Ortada moderatör, sağ ve sol yanında karşılıklı oturmuş konuşmacılar ve uzaktan bağlanan konuşmacı, memleket meselelerini canlı yayında konuşuyorlar. Konu ve konuşmacılar önemli değil. Davranışlarını, tepkilerini, beden dillerini ve iletişim biçimlerini izliyoruz.

Bir konuşmacı; sorulan soru ile ilgisi olmayan uzun konuşması boyunca temsil ettiği tarafın görüşlerini, heyecanla ve yüksek ses tonuyla dile getirmekle yetinmedi. Karşıtı olduğu bir siyasi görüş için şık olmayan ifadeler kullandı. Tartışma çok başka yerlere gitti, ortalık karıştı ve yayına ara verildi.

Diğer konuşmacılardan üç farklı tepki geldi. Karşıt görüşlü birinci konuşmacı, konuyu kişiselleştirdi, kullanılan olumsuz sözden daha ileriye giderek saldırıya geçti. İkincisi söylenen söze takılmadı, yaşananlara aldırış etmedi, konuyu kişiselleştirmeden sorulan soruya cevap vermeye çalıştı. Üçüncü konuşmacı ise tartışmanın seviyesinin düştüğünü dile getirerek korkmuş bir ruh hali ile adeta geri çekildi ve yayın boyunca çok az konuştu.

Aynı durumda biz olsak bu üç davranış biçiminden hangisine yakın olurduk acaba? Daha objektif bir değerlendirme için örnekleri çoğaltalım. Diyelim ki bir toplu ulaşım aracındasınız ve bir yolcunun, yanındaki yolcuya hakaret ettiğini gördünüz. Yahut yolda yürürken bir kişinin kaldırımdaki yeşil alanda yer alan güzelim laleleri kopardığına ve çimenlere zarar verdiğine şahit oldunuz. Ne yapardınız?

ÖFKE, ALDIRMAZLIK, GERİ ÇEKİLME

Davranış bilimlerinde yapılan çalışmalar; bu türde alışmadığımız ve uygun bulmadığımız davranışlar karşısında genel olarak kızgınlık, öfke, aldırmazlık, korku, endişe, nefret, geri çekilme, durumun nedenini anlamaya yönelik düşünme gibi duygu ve davranışlarla karşılık verdiğimizi ortaya koymuştur. Özetle karşılaştığımız normal dışı durumlar, üç temel davranışa yönelmemize neden oluyor: Öfke, aldırmazlık, geri çekilme.

Alışık olmadığımız durum ya da davranış; bazılarımızda karşı çıkma, öfke, nefret ve şiddete neden olabilir. Kavgaya yatkın bu kişiler hemen tepki verir, son söyleyeceklerini başta söyler, olayları ben düzeyine indirger ve mücadele eder.

Bazılarımız duruma aldırış etmeden hayata devam eder. Karşılıklı mücadeleyi değil düşünmeyi tercih eden bu kişiler, anlık yaşananlara takılmaz, seviyeyi düşürmez, risk almaz, konuyu araştırmaya çalışır.

Bazılarımız korkup geri çekilir, üzülür, ortam değiştirmeye, kaçmaya çalışır.

Şimdi asıl sorumuza gelelim: Acaba taraftarı olduğumuz siyasi görüşe yönelik ağır eleştiri yapan, başka yolcuya hakaret eden ve laleleri koparan kişilerin bu davranışları mı bizim tepkimizin biçimini belirler? Yoksa biz belirli bir tepki türüne zaten hazırız da sadece bir gerekçe mi arıyoruz? Aynı davranış karşısında farklı tepki veren kişiler olduğuna göre ikinci seçenek öne çıkıyor. Zira bir kısmımız karşılaştığı olumsuz olayı görmezden gelip bu durumu anlamaya, araştırmaya ve düzeltmeye yönelik bir çaba içine giriyor, bir kısmımız mücadele ediyor, bir kısmımız o ortamdan çekilmeyi tercih ediyor.

Aynı olay karşısında farklı tepkiler vermemizin temel nedeni biricik olan farklı kişilik yapılarına sahip olmamızdır. Şu halde bizim duygu ve davranışımızın biçimini, yoğunluğunu ve yönünü belirleyen karşımızdakinin davranışından çok bu davranışı yorumlayan zihinsel süreçlerimiz ve kişilik yapımızdır. Diğer bir ifade ile bizi öfkelendiren, kızdıran, düşündüren, korkutan, çöküşümüze neden olan yahut mutlu olmamızı sağlayan esas faktör insanların davranışlarından çok bizim kafamızdaki yorumlama sürecidir. Bir anlamda karşılaştığımız çizgi dışı davranışlar, potansiyelimizde zaten var olan duygu ve davranışların ortaya çıkmasına aracılık eder.

NEDEN KIZIYORUZ?

Şu halde aile, iş ortamı ve toplumdaki olumsuz duygu ve davranışlarımızın birinci nedeni başkaları değil, biziz. Elbette diğerlerinin yapıp ettiklerinin bizim davranışımız üzerinde etkisi vardır. Ama bu etki sadece bir uyarıcı ve başlatıcı rolündedir. Duygu ve davranışımızın biçiminde asıl belirleyici olan kendi zihinsel sürecimiz, ahlak anlayışımız, inanışlarımız, ideolojilerimiz ve tüm bunların bileşkesi olan temel kişilik özelliklerimizdir.

Böylece bir davranış karşısında kızmak, saldırıya geçmek, üzülmek, geri çekilmek, konuyu anlamaya çalışmak, bu davranışlara yatkın olmamız ve bu davranışları tercih etmemizin sonucudur. İletişim ortamında diğer insanların davranışlarını denetleme gücümüz olmadığına göre öncelikle kendi davranışımızı denetleyebilme gücüne sahip olmak zorundayız.

Canlı yayındaki konuşmacının ben odaklı olumsuz sözü elbette hoş görülmemeli ve tartışma yöneticisi tarafından uygun biçimde karşılık görmelidir. Diğer konuşmacı bağırdı diye bağırmak, yolcuya hakaret edildiği için hakarete başvurmak, çevreye zarar verene aynı şekilde zarar vermek sorunu çözmüyor. Aksine konu daha da çözümsüz hale geliyor. Dolayısıyla “O beni sinirlendirdi” düşüncesine sarılmadan kendimizin sinirlenme potansiyeline bakmamız yararlı olacaktır.

Bize yönelik davranışları aşıp bu davranışları nasıl yorumladığımıza, olanlara nasıl bir anlam yüklediğimize, bu konuda ne düşündüğümüze odaklanmak gerekir. Olumsuz davranış karşısında nasıl bir tepki verdiğimiz ve bu tepkinin biçiminden öncelikle bizim sorumlu olduğumuz unutulmamalıdır.