Sosyal yaşamımızda, biraz dikkatle gözlemlediğimizde öyle şeyler gözümüze takılır ki, hepsi neredeyse bir mizah konusu olabilecek görüntülerdir..

Oldukça yaratıcı, bir o kadar da vurdumduymaz, gününü gün etmeye çalışan, yaşam gerçeklerini önemsemeyen ilginç bir toplumuz. Hiç beklenmedik bir anda, şaşırtıcı tepkiler verebilen, kısa süre sonra, ansızın çabucak değişebilen bir görüntü sergileyen, akla hayale gelmez kimliğe bürünebilen ortamların baş aktörü olabiliriz. Bilerek veya bilmeden mi yaptığımız konusunda pek net analizler yok ama, bu durum araştırmaya değer önemli ve örnek olabilecek sosyal yaşam kesitlerimizden biridir.

Sosyal yaşamımızda, biraz dikkatle gözlemlediğimizde öyle şeyler gözümüze takılır ki, hepsi neredeyse bir mizah konusu olabilecek görüntülerdir..

Örneğin; hep onların üzerine örtüştürülen şu meşhur Karadenizli tiplemeleriyle özdeşleştirilen, Temel-Dursun ve Fadime’nin kahramanlık öykülerinin ortaya çıkardığı Karadeniz fıkralarını bilmeyeniniz yoktur veya yerli yersiz anlatıldığına çok şahit olmuşsunuzdur.

Bunlar memleketimden yansıyan, en çok konuşulan insan manzaralarının en etkin örnekleridir. Bunlara, zaman zaman kızmışızdır, zaman zaman gülüp geçtiğimiz de çok olmuştur.

Geçtiğimiz günlerde gazetelerden birinde okuduğum bizim toplumun alışkanlıkları ile ilgili biraz mizah kokan mini bir araştırma oldukça ilgimi çekmişti.

Toplum olarak birçok konuda genel davranışlar açısından kendimize özgü bir farklılığımız var. Olaylara bakış açımız, davranışımız, zaman zaman önemli olaylar karşısında bile olsa mizahi bir yaklaşım sergilememiz bizi ayıran özellikler.

Bunu; “Türküz, böyleyiz” diyerek farklılığımızı göstermeye çalışırken ilginç tanımlamalara neden yaratarak sergileyebiliyoruz.

Toplumumuzla özdeşleşen bazı öyle davranışlar var ki, bizlere özellik kazandırdığı, ayırt edici olduğu gibi, komik ve düşündürücüdür. Bu davranışlar bazan hastalık derecesine vardırılıp tipik bir Türk davranışı olarak nitelendirilebiliyor

Bu konuda yapılan araştırmalar sonucuna birkaç ilginç örnek:

- Otomobilde kırmızı ışıkta durma sırasında, yeşil ışık yanar yanmaz sanki çok acelemiz varmış gibi kornaya basmak,

- Gazete üzerindeki fotoğraflara hiç üşenmeden sakal bıyık yapmak, gözlük takmak,

- Otomobillerimizi; toplumumuzda hala yaygın olarak kullanılan; eski Şahin, Doğan otomobil görünümüne dönüştüren aksesuarlarla donatmak,

- Otobüs duraklarına “ateşli sevişirim, beni mutlaka ara” gibi “absurt mesajlar” yazmak,

- Tuvalet duvarlarını defter sanıp yazarlık özelliklerimizi orada sergilemek,

- Tuttuğu takımın galibiyeti sonrasında nerede olduğuna bakmaksızın silaha sarılıp havaya sıkmak,

- Yasak olduğunu bile bile, yasak ortamlarda cep telefonu ile konuşmak,

- Küllük olmayan ortamlarda veya küllük bulamayınca içtiği sigara izmaritini dik olarak masa üzerine bırakmak,

- Her gün kullandığımız para banknotlarını iyi haberleşme aracıymış gibi kullanıp, “beni ara” yazıp telefon numarası bırakmak,

- Yolda tanıdık birini görünce şakanın dozunu kaçırarak arabayı onun üzerine sürmek, tabiri caizse “eşek şakası” yapmak…

- Ağaçlara ve bankolara kalp ve isim kazıma, yeni atılmış betona isim yazma…

Bu ve buna benzer birçok örneği, birçok ilginç davranışı daha anımsamak mümkün, çok ilginç davranışı çoğaltmak mümkün. Bunları, bizle özdeşleşen kimliğe dönüştürmek çok mu gerekli!

“Türküm, bizler böyleyiz” dedirtmenin başka yolları yok mu acaba?

BİR TUTAM TEBESSÜM

SINIRI GEÇTİK Mİ?

Trafik polisi otoyolda rutin kontrollerinden birini yapıyormuş. Uzaktan gelen aracı işaret ederek durdurmuş.

Polis; “Tebrikler beyefendi. Bugün yolda araç kullanırken emniyet kemeri takan ilk kişi sizsiniz. Size bin lira para ödülü veriyoruz. Bu parayla ne yapmayı düşünürsünüz?”

Sürücü; “Ehliyet alırım o zaman!”.

Polis şaşkın; “Ehliyetiniz yokmu?”.

Karısı; “Siz ona bakmayın memur bey! Sarhoş da ne dediğini bilmiyor!”.

Polis şaşkın şaşkın bakarken, arka koltuktan bir ses; “Ben size çalıntı arabayla yola çıkmayalım polis çevirir demedim mi!”

Polis duyduklarına kızgın, tam tepki vermeye hazırlanırken, arabanın bagajından bir ses gelir; “Sınırı geçtik mi?”