İlk sıranın en sağındaydım, son olarak benimle göz göze geldi. Biraz da şaşırmış bir beden dili ile kaç yaşında olduğumu sordu.

Yıl 1984. 16 yaşındayım. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki ilk dersimizi heyecanla bekliyoruz. Kapı açıldı ve hoca içeriye girdi. Orta boylu, sade ve şık giyimli, siyah uzun saçları ile dikkat çeken bir hanımefendi. Oldukça dik olan amfi A7’de son sıradan başlayarak tüm öğrencilerini adeta süzerek her biriyle göz göze geldi.

İlk sıranın en sağındaydım, son olarak benimle göz göze geldi. Biraz da şaşırmış bir beden dili ile kaç yaşında olduğumu sordu. Yaşımı söyledim. Sonra bitirdiğim liseyi, ailem ve ne yapmak istediğimi merak etti. Hafta sonları ağabeylerimle inşaatta çalıştığımı öğrenince babasının zorlu yaşam öyküsünü aktardı. Sonra tek tek her öğrencisiyle tanıştı. Öğretmenin sınıftaki öğrenme talebini arttıran bu ilk etki, hayatım boyunca bana rehber oldu.

Lisans öğrenimimizde hoca talebe ilişkisinin ötesinde öğrencilerin dostu, yol göstericisi ve dert hocası oldu. Vakur duruşu, güler yüzü ve şartlar ne olursa olsun problem çözme becerisi ile sorunları çözmemiz için aracı oluyordu. Hoca olmanın aslında aktarılan dersin ve içeriklerin üzerinde bir duruş, davranış, rehberlik ve sevda işi olduğunu yaşadığımız deneyimlerle öğrendik hocamızdan. Ve bir rol model olarak kişisel gelişimimizde derin izler bıraktı.

ÇOK SESLİ MÜZİK

O dönem bazı arkadaşlarımızla Gaziosmanpaşa’da yapmayı düşündüğümüz “Çocuk Eğitimi ve Aile” konulu panelin organizasyonu çıkmaza girmişti. Durumu öğrenince kaymakam beyi aradı ve “Öğrencilerim anne babalarına yardımcı olmak istiyorlar. Ayrıca deneyim kazanmaları lazım…” dedi.

Halka açık bu ilk panelimde konuşmacı olmamı teşvik eden ve sunum öncesi heyecanımı gideren de yine hocam oldu. Rahmetli annem ve babamın da katıldıkları panelde “Anne - babaların çocuk yetiştirme tutumları” konusunu aktarmıştım. Bu ilk deneyim, hayatımın önemli kareleri arasındadır.

Ayla Hocamın dersinde bitirme ödevi olarak Gazali’nin eğitim ve psikoloji alanındaki görüşlerini hazırlamayı istemiştim. “Bir şartla” demiş ve eklemişti: “Tek taraflı kalmamalısın. Doğu toplumunun yanında batı toplumunun da ne söylediğine vakıf olursan asıl sentezi yakalarsın. Çalışmaların çok sesli müzik gibi olsun…” Bu çok sesli müzik benzetmesi, hayatımda etkili bir serlevha olmuştur. O gün bugündür çalışmalarımda tek taraflı bakmamaya, tek görüşle yetinmemeye çalıştım.

“İnsan kendi iyiliğinden daha üstün bir iyiyi düşünebilen bir varlıktır, bu da eğitim ve yetişme süreciyle olur” diyen Aristo; “Sadece güçlü haklı olmamalı” diyen Jean Jacques Rousseau; “Eğitim bir gönül işidir” diyen Gazali ve daha nice cevherle biz öğrencilerini tanıştıran da hocamızdır. Hocamla meslek hayatım boyunca bağımız hiç kopmadı. Pek çok çalışmada bir arada olduk ve kendisinden öğrenmeye devam ettim. Zira sürekli yenilediği güçlü bir eğitim geçmişi vardı.

“ÖĞRETMEN AHLAKLI VE İLETİŞİME AÇIK OLMALI”

Hocamız; 1965’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Pedagoji bölümünden mezun olduktan sonra 1971’de doktorasını yapmış, 1979’da Doçent olmuştu. Üniversiteden mezun olduğum 1988’de Profesör unvanını aldı. 1988 - 2009 arasında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde Eğitim Yüksek Okulu Müdürlüğü, Eğitim Bilimleri Enstitüsü Kurucu Müdürlüğü, İlköğretim Bölüm Başkanlığı, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği Bölüm Başkanlığı, Okul Öncesi Eğitim Anabilim Dalı Başkanlığı ve Atatürk Eğitim Fakültesi Dekanlığı görevlerini yürüttü. 2009’da emekliye ayrıldıktan sonra Maltepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde çalıştı.

Hocamız; Türkiye’de okul öncesi eğitimin duayen kişiliklerinden olmanın yanında özellikle öğretmen yetiştirme, kız çocuklarının eğitimi, eğitimde disiplin ve eğitim tarihi gibi alanlarda uluslararası düzeyde akademik çalışmalar yaptı. Hayatı boyunca uygulamanın da içinde oldu. Üniversitelerdeki dersler ve akademik çalışmalarının yanında Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli projelerinde ve özel öğretim kurumlarının çalışmalarında yer aldı. Birçok kitap ve makale yazdı.

Hastalığı ile mücadele sürecinde yaptığım birçok görüşmede yine ülkemizde eğitimin önemi ve özellikle öğretmenlerin taşıması gereken özelliklerle ilgili nasihatlerde bulunurdu. Vefatından önceki son sohbetimizde vurguladığı 21. yüzyılda öğretmenlerin taşıması gereken özelliklerden bir kaçını paylaşmak isterim:

“Öğretmen; geniş bir dünya görüşüne ve küresel bir bakışa sahip olmalı. Devletine düşkün olmalı. Ilımlı, güler yüzlü ve iyi huylu olmalı. Bilgili, sabırlı ve lider olmalı. İşbirliğine, takım oyununa açık olmalı. Önyargısız, adaletli ve objektif olmalı. Yeniliğe açık ve çalışkan olmalı. Türkçe’yi güzel konuşmalı. Görünümü ve giyimi abartısız, sade ve güzel olmalı. Teknolojiye açık olmalı. Nihayet tüm bunları başarabilmek için ahlaklı ve iletişime açık olmalı.”

Seksen yıllık ömrünü adadığı eğitim alanında çalışmalarıyla iz bırakan Prof. Dr. Ayla Oktay hocamıza ne mutlu. Binlerce öğrenci yetiştiren, öğrencileri sadece yetiştirmekle kalmayıp ruhuna da dokunan hocamıza Allah rahmet eylesin.