Bugünkü yazımda güncel olayların zirvesinde yer alan malum konudan hiç ama hiç söz etmeyeceğim.

Bugünkü yazımda güncel olayların zirvesinde yer alan malum konudan hiç ama hiç söz etmeyeceğim. Bir arkadaşımdan, bana gelen, günümüz güncel yaşamında bir baba-oğul arasında geçen ilginç diyaloğu buraya aktaracağım. Bu sohbette; 1980 altı ve üstü doğanlar için çok güzel öğütler var. Ve evde tıkılmaktan en az on yaş yaşlanan 65 yaş üstülerden biri olarak ben çok ilginç buldum... Beğeneceğinizi umuyorum.

***

Evde oturmuş televizyon izliyorduk. Elindeki küçük bilgisayarında oyun oynamakta olan oğlum bilgisayarını bırakıp meraklı gözlerle bana sordu:

- “Baba siz daha önce nasıl yaşadınız"?

- Nasıl yani Nedim!

- “Teknolojiye erişim yok, internet yok, bilgisayar yok,

Gösteri yok, TV yok, klima yok, araba yok, cep telefonu yok, yoklarla dolu bir yaşam!..”

- Bak oğlum; biz, 1940-1970, 80 arasında doğan insanlar Allah’ın sevgili kullarıyız...

Hayatımız gerçek bir kanıttır. Bisiklete binerken, kask takmadık.

Okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Hiç televizyon izlemezdik.

Hafta sonu kurs, filan yoktu. Hafta sonumuzu dolu dolu yaşadık çocukça.

Biz kursa falan gitmedik ama yine de doktor olduk, mühendis olduk, kısacası hepimiz birer meslek sahibi olduk.

İnternet arkadaşlarıyla değil gerçek arkadaşlarla oynardık.

Susadığımız zaman, şişelenmiş su değil, musluk suyu içerdik. Aynı bardağı dört arkadaşla paylaştığımız halde hastalanmazdık.

Anne-babamız bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ek gıda takviyeleri, vitaminler vermezlerdi. Çünkü biz sizin gibi mısır gevreğiyle hamburgerle değil, tarhana çorbasıyla ev yapımı erişteyle büyüdük.

Bizim zamanımızda hazır meyve suyu yoktu, annemizin yaptığı erik marmeladına su katar doğal meyve suyu yapardık.

Kendi oyuncaklarımızı yapar onlarla oynardık.

Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil, sevgi verdiler.

Bir zeytini iki lokmada yerdik, Siz 10 çeşit peynirin hiçbirisini beğenmezsiniz.

Cep telefonlarımız, DVD'lerimiz, oyun istasyonumuz, XBox'ımız, video oyunlarımız, kişisel bilgisayarlarımız, internet sohbetimiz olmadı, ama bizim gazoz kapağıyla oynadığımız dikmemiz vardı.

5’te devre 10’da biten 3 kornerin bir penaltı olduğu mahalle maçlarımız vardı.

Arkadaşımızın evini davet olmadan istediğimizde ziyaret eder ve onlarla birlikte eğlenerek yemek yerdik.

Senin dünyandan çok farklı olarak bütün akrabalarla iç içe yaşar, aramızda sıkı bağlar olurdu.

Çektiğimiz fotoğraflar siyah beyazdı ama renkli anılarla dolu idi.

Biz kendine has, anlayışlı bir nesiliz, çünkü biz ebeveynlerinin söylediğini dinleyen son nesiliz.

Ayrıca, çok önemli bir özelliğimiz vardı. Çocuklarını dinleyen ve dikkate alan ilk nesiliz.

Ve sizler yaşındayken, asla var olmayan bir teknolojiyi nasıl kullanacağınız konusunda size yardımcı olabilecek kadar çok zeki olanlar da biziz!

Biz 65 yaş üstülere iyi bakın. Sınırlı sayıda üretildik...

Bu yüzden; bizle konuşmaktan sohbet etmekten, varlığımızdan keyif alın. Bizden öğreneceğiniz kadar çok şey öğrenin, bizler dünyadan yok olmadan önce bizleri,

herkesi sevin...

Sevgiyle kalın. (Alıntıdır)

BİR TUTAM TEBESSÜM

TEMEL HİPODROMDA

Veliefendi Hipodromuna giden Temel, atlar start alır almaz favorisi olan atını elindeki dürbün ile takip ederken bir yandan da;

- “Aslanum benum, nasil da fırtına gibi gidiyi” diyerek atını övmeye başlar.

Gerçekten de Temel’in favorisi at en öndedir. Etrafındakiler gıpta ile Temel’e bakmaktadırlar.

Temel durumdan memnun zevkten dört köşe durumdadır.

Fakat sonra atlar teker teker Temel’in atına yetişir ve onu geçmeye başlarlar. Bir süre sonra da Temel’in atı en geride kalır, sonuncu duruma düşer..

Temel etrafındakilerin alaylı bakışlarına aldırış etmeden tezahüratına devam eder;

- “Uy aslanum benum ya, bakın hepsini nasıl da önine katmış getiriyi’”