Güçlüler hiç bu kadar güçlü, zayıflar bu kadar zayıf olmamıştı. Medeniyet adına alenen parçalanan, ezilen, kaynaklarına el koyulan toplumlar, modern dünyanın gözü önünde yaşama mücadelesi veriyor.
Tarım toplumu, sanayi toplumu ve bilgi toplumu olarak sıralanan toplumsal gelişim aşamalarının ortak noktası, insana daha sağlıklı, özgür, adaletli, güzel kısacası daha medeni bir hayatı sağlamaktı. Yani medeniyet yolculuğunun merkezinde bir bütün olarak insan yer alır. Zira insanın, bütün yönleriyle ele alınması, insanı dengede tutar, ferdin ve toplumun ilerlemesini ve uygarlığın gelişmesini sağlar.
Rönesans ve reform hareketlerinden sonra insan merkezli medeniyet hedefi, daralarak düşünce ve mantık odaklı bir eksene girdi. Medeniyet yolculuğunun bugün, daha da daralarak arzu, istek ve hazlara odaklandığına ve insanı tehdit edecek noktaya geldiğine şahit oluyoruz. İnsan için daha ileri bir medeniyet ideali, insanın dengesini bozmuş, ona zarar verecek düzeye ulaşmıştır. Öyle ki insana bütünsel bakış yitirilmiş, sanki pabucumuz dama atılmış gibi ‘insan sonrası’ toplumlardan söz edilmeye başlanmıştır.
Köleleştiren Medeniyet
Acaba daha özgür ve rahat bir hayat için başlayan ancak insanı giderek bedeninden ibaret, tüketen bir makine olmaya zorlayan anlayışa medeniyet diyebilir miyiz?
Zira bugün dünya insanı ve toplumlarının, gelişen bir uygarlığa değil, medeniyetten hızla uzaklaştığını gösteren belirtiler had safhaya ulaşmıştır. Yüksek teknolojinin bireysel hayata müdahale düzeyine ulaşması, küresel sanal dünya egemenliğinin yayılması, kır kökenli hayatın hızla şehirleşmesi, çevrenin hızla tahrip edilmesi, büyük ailenin parçalanarak çekirdek ailelere dönüşmesi, ruh sağlığını yitirenlerin çığ gibi artması, dünya nüfusunun önemli bir kısmının açlık ve susuzlukla mücadele etmesi, bitmek bilmeyen şiddet ve savaşlar…
Bunlar, egemen güçlerin daha özgür ve medeni bir dünya idealinden saptıklarının göstergesidir. Dünyayı bir pazar olarak gören, daha çok kazanmaya odaklanan, bu uğurda insan ve insani değerleri yok sayan, benmerkezci kapitalist sistem; görünürde her şeyi insanın emrine vererek onu özgür ve bireysel yaşama zorlarken aslında insanın hareket kabiliyetini daraltarak hürriyetini kısıtlıyor. İnsanın aklını, ruhunu ve duygularını ihmal ederek tükettikçe var olmaya çalışan kölelere dönüştürüyor.
Kişisel hazlarını kovalamaktan giderek daha az düşünen, daha az sorgulayan, daha az inanan insan modelinin hızla yayılması bunun içindir. Dolayısıyla birey ve toplum düzeyinde ahlak ve vicdan alanında ciddi bir daralma yaşıyoruz. Öyle ki fertlerin kendi bedenleri ve gelecekleri gibi toplumların kendi kaynakları ve gelecekleriyle ilgili karar verme güçleri zayıflamıştır.
Ana Rahminden Toprağın Rahmine
Öyle anlaşılıyor ki insan merkezli medeniyet yolculuğu, egemen güçlerin eliyle amacından sapmış ve insana kıyma aşamasına gelmiştir. Düşünün ki kendilerini yönetemedikleri ve daha çok demokrasiye (!) ihtiyaçları olduğu gerekçesiyle birçok toplumun geleceği, masa başında, onlara rağmen planlanıyor. Toplum önce zayıf düşürülüyor. Sonra kendi içinde ikilik çıkarılıyor, karşıt taraflar meydanlara çıkarılıyor, toplumun içindeki bir taraf destekleniyor, besleniyor, diğer toplumlar aleyhte kışkırtılarak gereken kamuoyu oluşturuluyor ve toplum parçalanıyor. Bu filmin kaç devlet için sahneye koyulduğunu bilmeyen yoktur.
Oysaki gerçek medeniyet; kaynağını adaletin ve özgürlüğün hakkıyla yaşandığı medeni bir şehirden, Medine’den alır. Medeniyet, her şeyden önce insanı, bedeni, mantığı ve ruhuyla bir bütün olarak ele alır ve merkeze koyar. Bunun için insanın bedensel hazlardan ibaret olmadığı yeniden keşfedilmelidir. Batı toplumlarının mantık odaklı yenilikçi düşünce biçimlerini koruyarak insan ve onun kalbinde taht kuran yüce varlık algısı yeniden odak noktası olmalıdır.
İnsandaki değişmeyen özü koruyarak onu gerçekten merkeze alan bir anlayıştan söz ediyoruz. İnsanı, maddi varlığı ve hazlarıyla sınırlı sayan anlayışın terk edilmesi elzem. Anne rahminden toprağın rahmine uzanan yeryüzünde niçin var olduğumuza yeniden odaklanan bir medeniyet yolculuğuna her zamandakinden daha fazla ihtiyacımız var. Zira insanın dengesi bozulursa alemin dengesi de bozulur.