Gel gör ki Hz. Mevlânâ, "Ben ol da bil'' demiş! Aşk öyle bir kudreti kuvvet, öyle bir güç, öyle bir enerjidir ki, her şeyi yakıp yıkar.

Her şey aşkla zuhura gelir

.............................................................................

Gel gör ki Hz. Mevlânâ, “Ben ol da bil’’ demiş! Aşk öyle bir kudreti kuvvet, öyle bir güç, öyle bir enerjidir ki, her şeyi yakıp yıkar. Fuzûlî’nin dediği gibi, “Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânanına!” Yani aşk bir muhatap arar. Yani illa birine, yani ikinci bir varlığa çekilmek ister ve onun önünde kendi nefsini yok etmek ister. İşte aşkın hakîkati budur. Yani, ezelî ve ebedî bir varlık için kendine ait her şeyden vaz geçebilmektir. Diri olan hakîkat için yok olabilmektir. İşte “Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânanına” cümlesinin mânâsı budur. Burada mesele kendini öldürmek değil, nefsini yok etmek derken arzu ve isteklerini yok etmek demektir. Hani gençken sevdiğimiz bizden bir şey istese, hiç sevmediğimiz şeyleri bile yapardık ya, işte onun gibi... Hele bu sevginin Allah olduğunu, yaratılışın aşkla başladığını, her şeyin aşktan zuhura geldiğini fark ederseniz, aşkla gelen mecburen aşka çekilecektir. Dolasıyla her cüz’ün her parçanın, kendi küllüne çekilme mecburiyeti vardır. İşte buna aşk deniyor.

.............................................................................

Tasavvufta Aşkın tarifi nedir?

.............................................................................

İlk kez tasavvufta aşk tanımı ile karşılaştığımda, kafamda bir sürü soru belirdi. Dedim ki bu aşkın bir ilâhî, bir de beşerî olanı var. Acaba insanın ilâhî olana geçmeden önce beşerî olanı tatbik etmesi mi gerekir? O bir yol mudur? Bir güzergah mı açar? Tabii, o bir eğitim sürecidir. Allah aşkına lâyık olmayan, henüz hakîkati görmeyen veya idrak etmeyen kimse Allah’a ait isimleri gördüğü çeşitli kişilerde, o külle doğru yönelişi arar. Belki ona aşk denmez de bir çekiliş, bir beğeni, bir cazibe ve oraya doğru yönelme olarak isimlendirebilir. Ama gerçek aşkta kendi varlığından tamamen vazgeçme vardır. Birine âşık bile olsanız, Leylâ ile Mecnun aşkı gibi, o benim olsun diye tutturmuyorsanız, ya da ona ait olmayı istemiyorsanız, onu sadece sevmenin zevkini yaşıyorsanız o aşk Allah’a götüren aşktır.

.............................................................................

İlahi aşkta Allah kulunu cezbeder

.............................................................................

Konferanslarda hep anlatıyorum; belki insanlar bıktılar ama bildiğiniz gibi Leylâ güzellikle hiç alâkası olmayan bir kadınmış. Mecnun da ona çok âşık. Hârun Reşit “Bunun neresini seviyorsun’’ diye sorduğunda Mecnun’un verdiği cevap çok önemli: “Sen kadehe takılıyorsun, ben içindeki şarabın zevkini tattım bir kere!’’ Öyleyse sevgide dış görünüş aranmaz, sevmek başka bir şeydir: “Ben güzele güzel demem / Güzel benim olmayınca...” Ya da “Güzelliğin on para etmez / Bu bendeki aşk olmasa…’’ Evet, oradaki güzelin benim olması, güzelin bana ait olması demek değildir. O güzeldeki Allah’a ait ismin bende olması demektir. İşin hakîkati budur. Ben de o isim var ve ben o isimle sana doğru çekiliyorum. O ismi tanıyorum onun için sana çekiliyorum demektir. Dolayısıyla burada karşılıklı âşık olunan vücutlar değil, isimlerdir. Yanıldığımız nokta, vücutlar sanmamızdır. Dolayısıyla aşk kişiye yönelik olsa bile bizi Allah’a gö-türüyorsa ne mutlu!.. Zaten Leylâ ile Mecnun’a baktığımızda, Mecnun’un aşka düşüşü onun beşeriyet kısmını temsil edebilir ama, Mecnun o kadar yandı o kadar yandı ki, kor haline dönüştüğünde de, ilâhî aşkı buldu diyebiliriz. Çünkü böyle bir temsil durumu var.

.............................................................................

İlahi aşk Allah’a tam teslimiyettir

.............................................................................

Sonuçta Leylâ Mecnun’un yanına gelip “Ben Leylâyım” dediğinde: “Sen Leylâ değilsin, ben baştan aşağı Leylâyım. Başka Leylâ yok” diyor. İşte insan bu hâle gelirse, sevdiğinden geleni hoş görebilirse o zaman Allah’a âşık olmuş demektir. Hep anlatırım ya Mecnun Leylâ’nın babasının yanında çalışmak için işe girmiş ve Leylâ da işçilere yemek dağıtı-yormuş. Herkese yemek koyduktan sonra sıra Mecnun’a geldiğinde kepçenin tersiyle tabağa çın diye vurmuş. O çın diye vurunca Mecnun sevinçten delirmiş. Sen hakîkaten mecnunsun, eğer seni sevseydi herkese yemek verdiği gibi sana da verirdi dediklerinde, Mecnun: “Bana da size davrandığı gibi mi davransaydı” demiş. İşte aşkın kelimesi budur.