Açıkçası, bir görüş, davranış sergileyebilmem için aklımın tam da yerinde olduğunu söylemem.
Her şey gittikçe zorlaşıyor. Böylesine zor günlerde neler yapılır, neler yapılması gerekir o konuda pek fazla deneyimimiz yok. Bir iletişim ve davranış bilimiyle uğraşan, bu konularda birçok makale yazmış bir öğretim görevlisi olarak şu an yaşadığımız durumda neler yapılması gerekir diye tam bir öngörü oluşturamıyorum.
Açıkçası, bir görüş, davranış sergileyebilmem için aklımın tam da yerinde olduğunu söylemem. Yanlış düşüncelerin çatışmalarının yaşandığı ortamdayım. O anlık düşünceler o kadar alternatifle karşıma çıkabiliyorlar ki, hangisinden yana almam gerektiği konusunda karar verebilecek durumda değilim.
Eskilerin; daraldıklarında, fevri, konrtrolsüz hareket etme isteğiyle yanıp tutuştuklarında, sakinleşebilmek için söyledikleri bir söz vardır; “Aklım sana emanet”. Her zaman bu sözü söylerler. Çok işe yarar mı bilemiyorum ama eskilerden gözlemlediklerimden, işe yaradığını görmüştüm.
İşte ben de şu sıralar yaşadığım, içinden çıkılmaz durumdan dolayı, kendimi biraz öyle hissediyorum. O nedenle de, yazıya gördüğünüz bu başlığı attım.
Gerçekten; gördüklerim, yaşadıklarımdan sonra “aklımı kime emanet etsem” bilemedim!
Neden mi? Çünkü şu sıralar çevremizdeki herkes, Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul’da ve ülkemizin her köşesinde yaşayanların hemen hemen hepsi de aynı durumdalar.
Aralık sonunda, adını pek de duymadığımız bir virüsü ilk kez duymaya başladık.
Ne olduğunu söylememe gerek yok. Kendini asla unutturmayan, Çin’in Vuhan bölgesinde başlayıp, kısa sürede tüm Çin’e yayılarak tehlikeli sayılarda can kaybına yol açan, daha sonra da; Ortadoğu, Avrupa ve Amarika’ya kadar yayılan ve yayılmaya başlayan, adına Kovid-19 denilen koronavirüs adlı salgının yarattığı travma ortamı aklımızı kontrol durumunu çoktan aştı bile.
Mart başından beri, ülkemizde de görülen ve hızla yayılma eyilimi gösteren, can almaya başlayan bu salgın, toplumumuzun üzerine çökerttiği psikolji ve korku ile tam bir paranoya ortamına dönüştü.
Sağlık Bakanlığmız ve enfeksiyon, iç hastalıkları konusunda uzman sağlıkçılardan oluşturulan Bilim Kurulu’nun kontrolünde hızla uygulamaya koyulan önlemleri, adına “sosyal mesafe” denilen, insanların bir arada olmamaları önlemi, önce 65 yaş üstünün sokağa çıkmasının, daha sonra da yirmi yaş altı ve altmış yaş üstünün de sokağa çıkmasını kısıtlanması önlemleri virüsün yayılmasını engelleyecek “evde kal” sloganıyla etkin olarak uygulanmaya başladı.
Koronavirüs vakalarının merkezi olarak söylenen İstanbul başta olmak üzere, otuz büyükşehir ve Zonguldak “evde kal” önlemlerinin sıkıca uygulanmaya başladıği bölgelerdi. Bu illere giriş çıkışlar sıkı, şekilde kontrol edilmeye başlandı. Bu arada İstanbul vakaların en yoğun olduğu il olarak iyice öne çıktı. Durumumuz oldukça kritikleşmişti.
Tüm bunlar olurken toplumun bozulan psikolojisi, yaşanabilecek en büyük olumsuzluklardan biri haline geldi. “Aklımızı kime emanet edebileceğimiz” konusunda hiç bir fikrimiz kalmamıştı.
En az yirmibeş gündür evden çıkmaları kısıtlanan yaş gruplarınun dışında olanların, iş yaşamlarını devam ettirmek zorunda olmalarından, geçinebilmek için sokağa çıkabildikleri bir ortam. Ve diğerlerinin durumu biraz abartmaları sonrasında, özellikle bazı yerlerde işi iyice abartıkları gözlendi. Tüm bunlar kitle iletişim araçlarındaki haber bültenlerine yansıyınca, koronovirüs vakalarının endişe veren bilançosu yanında toplumsal olumsuzluklar yaratmaya başladı.
Ve olan oldu; cuma gecesi saat 22.20 civarında otuz büyük şehir ve Zonguldak’ta saat; 24.00’den pazar saat; 24.00’e kadar “sokağa çıkma yasağı” ilan edildi.
“Sokağa çıkma yasağı” haberleri duyulduktan sonra, o bir buçuk saat içinde sokaklarda yaşananlar ise başka soru işaretlerini de öne çıkardı.
Cuma gecesi gördüklerimiz, dileriz; “Evde kal”, “Sosyal Mesafe”yi koru sloganlarıyla oldukça etkin yere varan alınmış önlemleri olumsuz etkilemez.
Öncelik sağlık bu ortamda. Bunu anlayabilmek o kadar zor mu!
“Aklımı kime emanet etsem” acaba!