Dün, aynı başlık altında İstanbul için yazdığımız yazımıza, aşağıdaki kısa paragrafla girmiştik; "Ah güzel İstanbul. Adı büyük, dünyanın en önemli metropollerinden biri. Kültürü ve tarihindeki kültür varlıklarından bizlere taşıdıkları ile emsalsiz, ülkemizde, köylü, kentli herkesin rüyalarını süsleyen muhteşem bir kentsin".
Güzel İstanbul; adına şarkılar bestelenmiş, sayısız şiirler yazılmış, öyküler dizilmiş söyleneçek çok şeyi olan İstanbul, çok önemli imparatorluklara başkentlik yapmış, tarihi ve bölgesel özellikleri ile dünyanın gözünün üzerinde olduğu en büyük şehrimiz.
İstanbul, en büyük ilimiz ve birçok ilimizde olduğu gibi büyükşehir ve etrafında yerleşik otuzdokuz ilçe belediyesi tarafından yerel olarak yönetiliyor.
Nüfus yoğunluğu olarak ülkemizin uzak ara en büyük şehri olmasının yanı sıra, dünyanın en büyük metropollerinden biridir. Böylesine büyük bir şehri yerel olarak yönetmek pek de kolay değildir. Yerleşik olarak onaltı milyondan fazla, ziyaretçi olarak gelenlerle yirmi milyonu aşkın insanın yaşadığı bu bütük şehrin bitmeyen sorunlarına çare bulmak da öyle kolay bir iş değil.
İstanbul’un bu bitmeyen sorularına çözüm için bir takım nedenlerin engellerinden arınmak ve ülkesel birliktelik penceresinden bakılarak planlanacak ve mutlaka uygulanacak çözümlere ihtiyaç vardır.
Geçmişte neler yapıldı, neler eksik, neler yapılmalıydı bir kenara bırakıp, yapılmamış gibi değerlendirmeleri konu yapmak, İstanbul için acil çözüm bekleyen sorunların ötekileştirilmesinden başka bir işe yaramaz.
İstanbul; ne zaman geleceği belli olmayan bir deprem gerçeğinin neredeyse tam ortasında. Hızlı ve iyi bir planlamanın vakit geçirilmeden ugulanması, İstanbul için en gerekli çözümlerden biridir. İstanbul’un, eskiden beri süregelen, düzeltilmesi gereken küçük ve büyük yanlış uygulamaları, ivedi çözüm bekleyen irili ufaklı, mutlaka önemsenmesi ve hızla çözüm bekleyen sorunları tabii ki var. Bu çözümler için mutlaka, merkezi yönetim ve İstanbul yerel yönetiminin birlikte çalışmaları gerekmektedir.
Giderek kaybolan yeşil alanları ve hızla dikey yerleşime teslim edilen çok katlı binalarını oluşturduğu betonlaşma. İstanbul’un bilinen, Trakya bağlantılı değişen jeolojik yapısında hızla farklılık gösteren iklimsel yapısı, betonlaşma haritasındaki kronikleşen sorunların ötesinde, hala kaos gibi duran trafiği, toplu taşımada birçok yatırım yapılmasına rağmen hala kesin çözüme ulaşılamamıştır.
İstanbul gibi büyük metropollerde sorunların olması çok doğal. Sayısal olarak iyice artan AVM’lerı, dikine yapılaşmanın ortaya çıkardığı gökdelenler, iyice yaygınlaşarak artan plazalar kalabalıklığının yarattığı betonlaşma, giderek kaybolan, imara açılan yeşil alanlar ve bu yerleşim alanlarında yaşayanların yaşadıkları toplu taşıma sorunları ivedilikle çözüm bekliyor.
Tüm bunların yanı sıra, İstanbul’da yaşayanların yaşadıkları; işsizlik, ekonomik çıkmazlar ve geçim sıkıntılarının üzerine, geçtiğimiz hafta Marmara Silivri açıklarında, unutulmaya yüz tutulmasından rahatsızmış gibi kendini hatırlatan 5.8 şiddetindeki depremin yarattığı travma, bir sorun yumağının içindeki İstanbulluları oldukça rahatsız etti.
Yaşadıkları tüm sorunlarını unuttular. Tek düşünceleri; var olduğu bilinen ve Silivri depremi ile kendini iyice hissettiren “Şehir Efsanesi” olmaktan çıkan, yaklaştığı iyice dillendirilmeye başlanan “Büyük İstanbul Depremi”, bu konuda neler yapıldığı ve neler yapılacağıdır.
Son depremin geride bıraktıkları, toplum üzerindeki tedirginliği iyice arttırdı.
Şimdi de deprem kabusu! Ah güzel İstanbul ve biz İstanbullular, derdinmiz bitmiyor ki..
BİR TUTAM TEBESSÜM
TEMEL’İN ELMALARI
Bizim Temel pazarcıdır.
Bir gün pazarda tezgahını kurar. Elma satmaktadır.
Başlar bağırmaya;
- “Elmaya gel elmayaaaa. Çernobil elmaları bunlar”.
O gün tesadüfen pazardan geçmekte olan Dursun, Temel’in bağırmlarını duyar; pazardan geçerken yanına yaklaşarak;
- “Yahu Temel deli misin? Çernobil’in zehirli elmalarını kim alır?
Temel cevap verir;
- “Eyy uşağım, alan çok. Elmalarımı; kimisi karisina aliyi, kimisi de kaynanasına, yetiştiremeyirum bile!”