MEZBAHADA ÇALIŞAN HİNDULAR

Alican DEĞER 22 Ağu 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Ne kadar, kaçak-göçek FETÖ taifesi varsa Twitter'da. Kendilerince esiyor-gürlüyor. Bolca da çarpıtma yapıyor. Bilmesen, tanımasan hepsini demokrasi kahramanı veya "Devrimci" zannedeceksin. Yahu bu kadar demokrasi aşığıydınız da neden daha önce farkına varamamıştık.

Ne kadar, kaçak-göçek FETÖ taifesi varsa Twitter’da. Kendilerince esiyor-gürlüyor. Bolca da çarpıtma yapıyor. Bilmesen, tanımasan hepsini demokrasi kahramanı veya “Devrimci” zannedeceksin. Yahu bu kadar demokrasi aşığıydınız da neden daha önce farkına varamamıştık. Bir FETÖ’cünün demokrasiyi savunması bir Hindu’nun mezbağada çalışması gibi. Temelinde yaptıkları şey demokrasiyi kullanarak, demokrasiye karşı hile. Demokrasiyi seven adam onun kurallarına uyar. Seçene, seçilene saygı gösterir. Hakka riayet eder. Hukuk ne derse kabul eder.

Twitter’dan girdik, öyle devam edelim. Sonra FETÖ-demokrasi ilişkisine gireriz. Öncelikle “FETÖ taifesi Twitter’ı neden bu kadar çok seviyor?” sorusuna yanıt arayalım. Twitter çok önemli bir haberleşme aracı. Ha internette siteniz olmuş, derdinizi anlatmışsınaz, ha bir Twitter hesabınız. Bunun farkı daha ufak oluşu. Zaten “Mikro-Blog” diye geçiyor. Önemi tartışılmaz. Bir anda sosyal hayatımızda ciddi bir yer kapladı.

Bu öneminin yanısıra Twitter tam FETÖ’cülere uygun bir şekilde “Sinsiliğe” izin veriyor. Yani sahte isimlerle istediğinizi yazabiliyorsunuz. Kendinizi gizleyerek istediğiniz manipilasyonu yapabiliyorsunuz. Mutlaka “Kör devenin kör alıcısı vardır” misali, inanan çıkıyor. Sonra oturduğun yerden veya başka bir ülkeden “Kahramanlık” yapmak da çok kolay. Eskiden muhalifliğin de bir şerefi-haysiyeti vardı arkadaş. Muhalif adam yazı yazar altına imzasını atardı. Bunun çilesini de çekerdi. Şimdi ne kadar gazeteci-polis eskisi FETÖ’cü varsa kağıttan kaplanlar gibiler. Yellenip duruyorlar. Çünkü bu durum da FETÖ’nün yapılanma şekline ve ruh haline uygun. Uzaktan sinsice “Kahramanlık” bunlarla zuhur etti. Yani anlayacağınız “Twitter icad oldu mertlik bozuldu.”

Ben şahsen gerçek isim kullanmayan hiç bir kimseyi takip etmiyorum. Çünkü sahte isimlerle yazılanların neredeyse tümü yalan. Ama en sevdiklerim ise bir zaman önce “Akım” diyenlerin sonra “Bokum” demesi. Cin gibi çocuklar hemen eski Twitleri ortaya döküyorlar. Bununla eğleniyorum kendimce. Demek ki neymiş, her iyi bir yalancının iyi bir hafızaya sahip olması gerektiği gibi, iyi bir Twitter kahramanın da hafızaya ihtiyacı varmış. Ama o kadar çok dönüyorlar ki pervane misali, daha önce o konuda ne söylediklerini unutuveriyorlar. Sonra da ayıkla pirincin taşını. Dediğim gibi, bu demokrasi aşığı FETÖ’cüler temelinde zaten demokrasi karşıtı. Çünkü kendi içlerinde bir demokrasi yok. Mesela Fetullah Gülen’in herhangi bir seçimle bu terörist hareketin liderliğini almadığı muhakkak. Değişebilir de değil. Yani hata yaptığında kimse onu değiştiremez. Ayrıca sorgulanamaz, tartışılamaz, hesap vermez, kimseyi umursamaz. Her yediği herzede, “Mutlaka bir bildiği vardır” denir. Böyle anlatınca size bu durum bir demokrasi gibi geliyor mu? En ufak çevre koruma derneğinde bile demokrasi vardır. Başkanı seçimle iş başına gelir. Yönetim kurulu seçimle görev alır. FETÖ’de ufacık 30 üyeli bir dernekte bile olan demokrasinin 30’da birinden bile bahsetmek mümkün mü? Fetullah Gülen’in değişmesi için bekleyeceksin de ölecek. Ölmeden önce birini işaret ederse zaten yandın. Yerine de kesin o işaret ettiği gelecek. 

Sonra bana demokrasi nutukları attıklarında da buna inanmamı bekliyorlar. Yani aslında halka “Sen salaksın” demeye getiriyorlar. Bir FETÖ’cünün ne demokrasi vaad etmesi mümkün, ne de bunu uygulaması. Çünkü ruhuna ters. Tohumunun DNA’sı faşizm ile hibritlenmiş. Bu tohumu nereye ekersen ek aynı şey çıkar.

Ahlak dini bir kavram mı?

Değil. Ahlak dini bir kavram değil. Ama dinler tarafından dinin direği sayılacak kadar önemli. Din olmadan ahlak olabilir. Ama ahlak olmadan din olamaz. Din ahlaktan soyutlanamaz, yok sayılamaz, eğilip bükülemez. Nasıl dinin kuralları, emirleri inananlar için tartışılamazsa, evrensel insani ahlak kuralları da tartışılamaz. Dinin emirlerinde bir çok ahlak dışı hareketin aynı zamanda günah olduğunun da altı çiziliyor. Doğal olarak dini inancı bulunan kişilerin toplum ortalamasından daha ahlaklı olması gerekiyor-bekleniyor-umuluyor. Çünkü hem doğuştan kendilerini çevreleyen ahlak kurallarına tabiiler, hem de inançları gereği bunu içtenlikle uygulamak durumundalar.

Ahlak öyle bir kavram ki, insan olmakla eş değer. Eğer tersi olsaydı, dini inancı bulunmayan toplumlarda ahlaki değerler olmazdı. Pekiyi dini kaygıyla hareket ettiğini söyleyen bu teröristler, nasıl oluyor da ahlaktan bu derece uzaklaşabiliyor? Ahlakı yok sayıyor, yalan söylüyor, fitne çıkarıyor, insan öldürüyor. Ahlaktan bu derece uzaklaşmış olmaları dinin günah olarak nitelendirdiği bunca şeyi yapmalarına rağmen kendilerini nasıl inançlı bir Müslüman olarak görebiliyorlar?

Birazcık aklı olanların hemen görüp bilebileceği İslam’ın ahlaka dönük kurallarını nasıl yok sayabiliyorlar? Ve içlerinden kimse demiyor mu ki, “Kuran ve Peygamber efendimiz bunları yasak etmiş. Sen kendine hoca diyen zat. Nasıl bunun tersi bir uygulamaya cevaz verirsin?” Kuran ve Peygamberinin açıkça yasak ettiği birşeyi eğip bükerek bu tür uygulamalara izin vermek kendini “Başka bir yere” koymak değil mi? İslamın ana kaynağından uzaklaşmak değil mi? Bu söylediklerime karşılık tonlarca laf kalabalığı açıklama yapabilirler. Ama temelinde cevap vermeleri gereken soru şu: “Yalan söylemek, fitne çıkarmak, kumpas kurmak, insan öldürmek, başkasının hakkını çalmak, hile yapmak, pusu kurmak GÜNAH ve AHLAKSIZLIK değil mi? Evet mi hayır mı?”

Keşke sen de uyusaydın

Şeyh Sâdî-i ŞîrâzîGülistan adlı kitabında bir anısını anlatır: “Çocukluğumda da ibadetlere çok düşkündüm. Geceleri kalkar, ibadetle meşgul olurdum. Bir gece babamın yanında oturuyordum. Bütün gece gözümü yummamış, Kur’ân-ı Kerîm’i elimden bırakmamıştım. Bazı kimseler ise etrafımızda uyuyorlardı. Babama:

« –Şunların bir tanesi bile başını kaldırıp iki rekât teheccüd namazı kılmıyor; sanki ölü gibi uyuyorlar.» dedim. Bu sözüm üzerine babam kaşlarını çattı ve:

«–Oğlum! Başkalarının dedikodusunu edeceğine, keşke sen de onlar gibi uyusaydın!»

Hoş geldiniz hocam

Profesör Doktor Edibe Sözen, bugünden itibaren gazetemizde yazmaya başlıyor. Köşe komşusu oluyoruz. Edibe hanım benim hocamdır. Öyle hitab olsun diye değil, gerçekten hocamdır. Hem de delilli. Ben bir süre gecikmeli olarak, (Liseyi bitiremedim bir türlü. 12 Eylül’e denk gelince sıkıntılar çıkmıştı.) üniversiteye girdiğimde yıl 1984’tü. İstanbul Üniversitesi Basın YayınYüksek Okulu, 4 yıllık fakülteydi ama adı yüksek okuldu. Neyse önemsiz bir konu. Yeni yeni gelişiyordu. Öğretim üyeleri de yeniydi. İşte Edibe Hanım bu sırada benim Hocam oldu. 31-32 yıl önce.

Geçenlerde bir fotoğraf geçti elime. Kendisine de yolladım, telefondan. Ama şimdi madem aynı gazetede yazacağız, geçmişin sırlarını ortaya dökme vakti geldi. Bu gördüğünüz fotoğraf muhtemelen 1985 sonu veya 1986 başında çekildi. Çekildiği yer İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı’ndaki sosyal tesisleri. Okulumuz o yıllarda basında çalışan öğrencilerini toplamış bir yemek vermişti. 30 küsur yıl sonra bir fotoğrafa baktığınızda neler hissedilirse onu hissediyorum.

Edibe hocam, orta sırada sağdan üçüncü. Muhtemelen daha yeni yüksek lisansını tamamlamış. Yani çok uzun bir maratonun ilk kilometresinde. Daha sonra Profesörlük ve Siyaset. Milletvekilliği, Ak Parti Genel Başkan Yardımcılığı. En sağda gördüğünüz filinta delikanlı ise, şimdilerde Doğan Müzik’i yöneten Samsun Demir. Evet magazin dünyasının çok iyi tanıdığı Samsun Demir de bizim hocamızdı. Ve muhtemelen şimdiki halinde 1/3 daha zayıftı.

Fotoğrafta olup, şimdi maalesef hayatta olamayan iki arkadaşımız var. Çok genç yaşta kaybettik. Ayrıca hepsi başarıyla devam eden bir sürü gazeteci de yer alıyor. Arka sıranın en ortasındaki uzun boylu kişi ise şimdi Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Adem Sözüer. Onun sol yanı yani bize göre sağındaki ise yine Hukuk Profesörü Fatih Selami Mahmutoğlu. O zaman onlar da araştırma görevlisi. Edibe Hoca’mın sol yanındaki ise Profesör Doktor Simten Gündeş. Arkasındaki ise Profesör Doktor Gül Batuş. Bendeniz ise, kimilerinizin tahmin edeceği gibi, kötü bıyıkları ve elinde fotoğraf makinesi ile en ön sırasa soldan ikinci.