AL NÜKLEER SİLAHINI NEREYE SOKARSAN SOK

Alican DEĞER 18 Ağu 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Bize kimse bir şey sormadı. Aslında taaa 1960'lardan beri biliniyordu ama kimse altını eşelemedi. Eşeleyenlerin başına da "Bir şeyler" geldi.

Bize kimse bir şey sormadı. Aslında taaa 1960’lardan beri biliniyordu ama kimse altını eşelemedi. Eşeleyenlerin başına da “Bir şeyler” geldi. Şimdi size soruyorum. Topraklarımızda Amerikan kontrolündeki nükleer silahların işi ne? Neden bizi olası bir nükleer savaşta hedef durumuna getiriyorlar. Şurası çok açık ki eğer topraklarınızda nükleer silah varsa, nükleer saldırıda sırtınızda hedef tahtasıyla dolaşsanız daha iyi. Çünkü ilk olarak siz yok edileceksiniz demektir.

Üstelik bizim üzerimize gelecek nükleer füzeleri önleyecek teknik kapasitemiz de yok. Yani savaşta ilk ölecekler listesindeyiz. Daha sonra güya NATO bizi kurtarsa ne olacak? Geriye kurtarılacak bir şey kalırsa tabii. Amerika ile FETÖ gerginliği bir işe yaradı hiç olmazsa. Ortalığı karıştıran biz değiliz, Amerikalılar. Ama olsun. Efendim durum şu: Amerikan düşünce kuruluşu Stimson Center bir rapor hazırlıyor. Raporda kabaca deniyor ki: Avrupa'daki B61 atom bombalarının ömürlerini uzatmak lazım. Aslında 1990'ların başında Amerikan taktik silahlarının çoğunun Avrupa'dan çekilmesine rağmen Türkiye, Belçika, Almanya, İtalya ve Hollanda'da 180 adet B61 bulunuyor. Üstelik İncirlik Üssü’nde ise bulunanların sayısı tam 50. Yani topraklarımızda en az 50 adet nükleer füze bulunuyor.

Amerikalılar bunu dert etmiş. Bu nükleer silahların teröristler ya da diğer düşman güçler tarafından ele geçirilmesi halinde ciddi riskler oluşacakmış. Türkiye'de uzun süreli bir iç çatışma durumunda ABD'nin İncirlik'teki yaklaşık 50 adet B61 nükleer silahın kontrolünü elde tutup tutamayacağı, yanıtsız kalmış bir soruymuş. Raporda ayrıca, Türkiye'deki 15 Temmuz darbe girişimi sırasında İncirlik'teki enerji bağlantıları kesildiğine, Türk hükümetinin Amerikan uçaklarının iniş-kalkışlarını yasakladığına ve üs komutanının darbe girişimiyle bağlantılı olarak tutuklandığına dikkat çekilmiş. Şimdi ben diyeceğimi baştan diyeyim. Alın nükleer silahlarınızı nereye giderseniz gidin. Silahlar zaten bizin kontrolümüzde değil. Atacaksan sen atacaksın. Üstelik ben hedef olacağım. Davul benim boynumda, tokmak senin elinde ne güzel hayat.

Türkiye nasıl “Yem” edildi?

1962 yılında az kalsın bir nükleer savaş çıkıyordu. Üstelik, biz yine Amerika yüzünden nükleer hedef durumundaydık. Biraz anlatayım. Amerika 1959 yılında dostu Küba diktatörü Batista’nın devrilmesinden son derece rahatsızdı. Castro komünizmi Amerika’nın çok yakınına kadar getirmişti. Amiyane tabirle Castro’ya “Uyuz” oluyordu. Adama yapmadık şey bırakmadılar. Buna karşılık Sovyetler Birliği de Amerika’yı daha da “Uyuz etmek” için Kübaya’ya destek olmaya başladı. Sovyetler ihtiyaç duymamasına karşılık Küba’nın neredeyse bütün şeker ihracatını satın aldı. Ve Küba’ya olası bir Amerikan müdahalesine karşı güvence verdi. Yani “Merak etme ben seni korurum” dedi. 1960’da şaşırtıcı bir olay oldu. Sovyetler üzerinde bir Amerikan casus uçağı düşürüldü. U-2 adlı uçak 20 bin metre gibi o zamanlar için inanılmaz bir yükseklikte uçuyor ve oldukça detaylı fotoğraflar çekiyordu. Uçağın füze menzilinin dışında olduğu zannediliyordu. Taa ki düşürülene kadar. Düşürülünce ortaya çıktı ki, Amerika aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “Dost” ülkelerden bu uçakları havalandırıp Sovyetler Birliği üzerinde fotoğraflar çektiriyordu.

Tam bu sırada, Sovyetler karşı atağa geçti. Sovyetler Küba’ya nükleer silah konuşlandırmaya hazırlanıyordu. Amerika bu hazırlıkları yine U-2 aracılığıyla ile gördü. Küba adası, Amerikan donanması tarafından abluka altına alındı. Nükleer füzeleri taşıyan Sovyet gemileri de adaya gidiyordu. Savaş kaçınılmaz görünüyordu. Son anda Sovyetler gemilerini geri çekti de nükleer bir üçüncü dünya savaşı çıkmadı. Olay bununla sınırlı kalmadı tabii. Pazarlıklar başladı. Sovyetler’in isteği bedel, Küba’nın işgal edilmeyeceğine dair güvence ve (Dikkat buyurunuz lütfen) Türkiye'ye yerleştirilmiş nükleer Jüpiter füzelerin sökülmesiydi. Sonradan anlaşıldı ki Amerika1959 yılında Türkiye ile anlaşmış, 1961 yılında Türkiye’ye nükleer Jüpiter füzeleri yerleştirilmişti. Bu durum Türk halkına 40 yıl sonra açıklandı veya belgelendirildi.

Sovyetler Birliği,  Küba’daki füze rampalarını sökeceğini, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı göstereceğini, içişlerine karışmayacağını ve işgal etmeyeceğini belirtti. (Yani ciddi ciddi Türkiye’yi işgal planları vardı anlayacağınız.) Amerika’dan da Küba için aynı güvenceleri istedi. Yani biz garibim Türkiye bir nükleer savaş oyununda piyon olmuştuk Daha sonra Amerika ”Zaten füzelerin ömrü dolmuştu” diyerek Jüpiterleri kaldırdı. Ama anlaşılan yerine başkalarını koymuş.

Türkiye’nin “Domuzlar Körfezi”

Nükleer füze ve Küba krizini araştırırken, birden fark ettim. Yahu bizim 15 Temmuz’da yaşadığımız şeyler Türkiye’nin “Domuzlar Körfezi çıkarması” olabilir miydi? Diğer yazıda anlatmıştım, Amerika Castro’ya fena halde “Uyuz” oluyordu. Kendi de bir diktatör olan Castro, Amerikan yanlısı Batista diktörlüğünü yok etmişti. Ülkedeki tüm kumarhane ve genelevleri kapattı, ekonomiyi millileştirdi. Dev Amerikan şirketlerini çok karlı işlerinden mahrum bıraktı. Üstelik de komünistti. (Uyuz olmak için bir neden daha) Amerika düşündü, düşündü. Bir tarafta Sovyetler Birliği vardı. (Şimdi ki Suriye gibi.) Diğer tarafta olası bir Küba işgali durumunda kaç Amerikalı askerin öleceği belli değildi (Yine şimdi ki Suriye gibi) Sonunda karar verdi ki, Castro’ya karşı yine Kübalıları savaştırmalıydı. (Suriye’deki muhalif güçlere verdiği destek gibi, Sovyet işgali sırasında Afganistan’daki gibi)

CIA devreye girdi. Planlarına göre, CIA’in desteklediği, Kübalı muhalifler Amerika’dan teknelere binecek ve Domuzlar Körfezi’nden ülkeyi işgale başlayacaktı. O yıllarda yeni yeni anlaşılmaya başlayan Mafya da işin içindeydi tabii. Küba da boş değildi. Bolca Sovyet askeri danışmanı barındırıyordu. Üstelik bu “Danışmanlar” 2. Dünya Savaşı’nda yer almış eski kulağı kesiklerdendi. Yani Amerika’nın “Uyuz” olmak için haklı gerekçeleri de yok değildi. 15 Nisan 1961 günü sabah saatlerinde Nikaragua’dan havalanan sekiz Douglas B-26B Invader bombardıman uçağı Küba’daki havaalanlarını bombaladı. CIA tarafından özel olarak hazırlanmış B-26 uçakları Küba Hava Kuvvetleri renklerine boyanmıştı. Uçaklar bombaların yanı sıra roket ve makinalı tüfeklerle donatılmıştı. Bu olay üzerine Küba, Birleşmiş Milletler’de Amerika’yı suçladı. Amerika kendi silahlı kuvvetlerinin hiç bir şekilde bu işe karışmadığını iddia etti. Ancak komik bir şey oldu, saldırıyı gerçekleştiren uçakların Miami havalimanındaki fotoğrafları ortaya çıktı. Amerika tabii ki güç durumda kaldı. 16 Nisan günü, CIA’in organize ettiği 2506’ncı Tugay beş gemi ile yine Nikaragua’dan yola çıktı. (O sırada Nikaragua’da da Amerika’ya gönülden bağlı bir başka diktatör vardı) İçinde 1400 “İsyancı” bulunuyordu. Liberya bandıralı gemiler gözle görülmeyecek bir uzaklıktan Amerikan donanması tarafından korunuyordu.

17 Nisan günü gece yarısı iki CIA çıkarma gemisi Küba'nın güney sahilindeki Domuzlar Körfezine (Bahia de Cochinos) girdi. Gemilerde CIA operasyon subaylarının yanı sıra balıkadam ekipleri ve bomba uzmanları bulunmaktaydı. Gemilerde ve çıkarma gemilerinde çok sayıda mühimmatın yanı sıra tanklar da vardı. Sahilde devriye gezen yaklaşık 50 kişilik Kübalı milis grubu radyoyla Küba Silahlı Kuvvetlerine haber verince işler tersine döndü. Sahile çıkan isyancılar ilk olarak bu milisler çatışmaya başladı. Bu çatışma iki saat sürdü. Sabah  Küba Ordusu devreye girmişti bile. Uçaklar, gemilerle saldırıya geçen Küba Ordusu, çıkartma kuvvetlerini tam anlamıyla bozguna uğrattı.

Akşama doğru Fidel Castro bile bizzat cepheye gelerek savaşa katıldı. Savaşın üçüncü gününde yüzlerce isyancı ile bir çok CIA ajanı öldürülmüştü. 1204 kişi esir edildi.1961 Ağustosunda OAS örgütünün Uruguay’daki toplantısına katılan dönemin Küba Ekonomi Bakanı Ernesto Che Guevara Beyaz Saray’da görev yapan genç bir sekreter aracılığıyla Başkan Kennedy’e bir not gönderdi: “Domuzlar Körfezi için teşekkürler. Çıkarmadan önce devrim zayıftı. Şimdi her zamankinden daha güçlü.” Bütün bu hengâmeler sırasında Türkiye’de bu nükleer füzelere karşı çıkanların başına gelmedik kalmadı. Komünist denilerek hapislere atıldı, işkencelerden geçirildi. Mesela bugünkü yazımı 60’lı, 70’li, 80’li yıllarda yazsam çok büyük ihtimalle, hem “Vatan haini”,  hem “Casus”, hem de “Komünist” ilan edilirdim. Üstelik hiç biri olmadığım halde.