Günümüzde yöneticilik yapan ama bu işin gereklerini yerine getirmekten uzak yöneticiler ne yazık ki az değil.
Eskiler, “ezan ile sala arasında geçen süre” olarak tanımlamış hayatı. Gerçekten de çok kısa ama karmaşık olan hayatı, her insan kendi kişilik, yetenek, yatkınlık ve eğitimine uygun olarak yönetir ve yaşar. Kendimiz, ailemiz, iş hayatımız ve toplumsal yaşamda yönetim süreciyle iç içeyiz. Tarih boyunca yönetenler ve yönetilenler var olagelmiştir.
Günümüzde yöneticilik yapan ama bu işin gereklerini yerine getirmekten uzak yöneticiler ne yazık ki az değil. Aslında yöneticilik, bilimsel açıdan bir meslek olarak kabul görmüştür. Hemen her meslek gibi bu işi de yapacakların temel bazı özellik ve yeterliliklerinin olması gereklidir. Ama yöneticilik kariyerinde eğitimin, yeterliliğin, yatkınlığın ve liyakatin önüne kimi zaman başka türlü kaygılar geçebilmekte.
İster atama yoluyla ister seçimle iş başına gelen yöneticilerde liyakatin önemsenmesi esas olmalıdır. Zira dünyada yöneticiliğin bir meslek olduğu, her meslek gibi bu işi yapacakların da zorunlu olarak sahip olmaları gereken özellikler genel bir kabul görmüştür. Yönetici olmak, idare etmek, liderlik yapmak, arabuluculuk yapmak, kısacası insanları aynı amaçlar etrafında buluşturmak, bireyin temel kişilik donanımıyla yakından ilişkilidir.
HANGİ GRUPTAYIZ?
Aile, işletme ve kamuda temel yöneticilik davranışları bakımından iki yönetici tipi görmek mümkündür. Birincisi benlik atına binmiş, kendisini merkez görüp dünyanın kendisine göre şekillenmesini isteyen, hemen hemen bütün davranışlarının direksiyonunu içgüdülerine bırakmış, insanları kendi hizmetinde sayan yönetici tipi. Diğeri ise insanları ve insanlığı merkez alan, kendisini onların hizmetinde sayan, çevrenin isteklerini davranışlarına rehber edinen yönetici tipidir. Biz hangi gruptayız ya da hangisine yakınız acaba?
Yöneticinin, temel yönetim fonksiyonlarını yerine getirmesi gerekirken kimi liderlerin davranışlarını taklit etmenin ötesine geçememesi yahut modası geçmiş kimi ideolojilere takılıp kalması bazen vahim sonuçlara yol açabiliyor. Asıl olan yöneticinin kendi kişiliğini ve var olan liderlik becerilerini ortaya koyması daha da önemlisi başkaları için bir şeyler yapma derdine sahip olmasıdır. Asıl olan yöneticinin, düşünceleri ve idare etme sanatı ile ayakta kalmasıdır, maddi otoritesiyle değil.
Nitekim yönetim yani teknik tanımıyla bir grup insanı aynı amaçlar etrafında toplayan, çabalarını koordine eden ve gerekli motivasyonu sağlayan süreç, aslında temelde insani duyarlılığı gerektirir. Araştırmalar, yönetim alanı genişledikçe yani daha az kişiden, daha fazla kişiyi yönetmeye doğru gidildikçe yöneticinin sahip olması gereken temel yeterliliklerin de değiştiğini göstermektedir. Örneğin; bir fabrikadaki ustabaşı veya şefin, ilgili teknik bilgi, donanım ve iş yapabilme, yaptırabilme becerileri öne çıkarken aynı fabrikanın genel müdürü için teknik bilgi ve donanımdan daha önce insan ilişkileri, koordinasyon, sorun çözümü gibi beceriler öne çıkmaktadır. Şu halde tüm kademeler için önemli olmakla birlikte yönetim kademelerinde yukarıya çıkıldıkça insan odaklı olmak daha büyük önem kazanmaktadır.
BENLİK ATI
Ne yazık ki yönetim süreçlerinde insan odaklı gibi görünen ama aslında özde “ben merkezci” olan yöneticiler çoğalıyor. Birçok yönetici, yönetimden insanların her şartta yöneticiye kuşku duyulmaz bir bağlılık içinde olmasını anlıyor. Lidere bağlılık esastır. Ancak bu bağlılığın şartları vardır. Ailede, iş yerinde ve siyasette lidere bağlılık, bir bağımlılığa dönüşmüşse sorun var demektir.
Yönetici ya da liderin amacı, kendisine bağımlı kişiler oluşturmak değil aksine yönetim alanındakilere hizmetkâr olmayı başarmak olmalıdır. Yöneticinin yegâne işi, insanları sevk ve idare etmektir. Bu da herkese kişisel olarak gelişebileceği, kendisini ifade edebileceği, hür ve bağımsız olabileceği bir ortam oluşturmakla mümkündür. Çünkü yönetici, insanlara dert değil şifa olan kişi olmalıdır.
Yönetici, yönetim alanındaki insanlara bağlı olduğu sürece onlar da lidere bağlıdır. Yönetici çevresindeki insanları, kendisini bir yerlere götürecek unsurlar, araçlar, kuru kalabalıklar olarak görürse onlar da yöneticiyi kendilerini bir yerlere getirecek ya da kendilerine bir menfaat sağlayacak bir unsur olarak görürler. Sonunda yönetici, gönüllerini kazanamadığı insanları, tane tane kaybeder. Çoğu zaman cismen yöneticinin yanında olanlar bile gönül olarak çoktan uzaklaşmış olabilir.
Benlik atına binmiş yönetici, kendisiyle takipçileri arasındaki bu uzaklaşmayı fark etmez. Evde çocuklarıyla, iş ortamında çalışanlarıyla, toplumda vatandaşlarla iç içe olduğunu zanneden ama yanılan yönetici sayısı az değildir. Yöneticinin, kitlesinin uzaklaştığını fark edebilmesi, soruna odaklanması ve çözüm arayışları da bir liderlik özelliğidir.
Benlik atına binerek şahlanan ve kendisini başarılı gören ama aslında insanları ezen, onları yük gören daha da vahimi insanları alkışlarına göre değerlendiren, eleştirenlerden uzaklaşan, “ben” hastalığına yakalanan yöneticiler, büyüttükleri benliklerinin kurbanı olur zamanla. Nitekim bütün davranışlarının odağına içgüdüleri geçmiştir. İçgüdülerin de isteklerin de sınırı yoktur.
Evde, iş yerinde ve toplumda bu yöneticilerin vizyonlarının ve ufuklarının derinliği, renkliliği, kendi benlikleriyle sınırlı kalır. Oysaki yöneticinin asıl hedefi, yönetim alanındakilere yeni bir ufuk, gelecek ve umut oluşturmaktır. Bunun için sistemin öz değerlerinin yaşatılması yanında değişim ve dönüşüme uyum için aktif çaba içinde olunması ve tüm bu süreçte bilimsel anlayıştan uzaklaşılmaması önemlidir.