ULUABAT GÖLÜ DOĞAL BİSİKLET PARKURU

İsmail ŞAHİNBAŞ
Tüm Yazıları
Uluabat Gölü Doğal Bisiklet Parkuru'nun başlangıç noktası Bursa-İzmir Karayolu üzerinde bulunan Eskikaraağaç Köyü Sapağı.

Ekim 2013 ile Temmuz 2016 yılları arasında Bursa Valiliği adına, Bursa’nın doğal ve kültürel rotalarının belirlenmesi projesinde Sırtçantam dergimizin ekibi ile çalışmalar yaptık. Bursa’nın rotalarını 2 başlık (doğal ve kültürel), 5 disiplin (trekking, hiking, kanyoning, dağ bisikleti ve bisikletle şehirden kaçış rotaları) altında topladık. Yapılan tüm çalışma Doğa Bursa isimli 320 sayfalık bir eser olarak yayımlandı.

Uluabat Gölü Doğal Bisiklet Parkuru, yapmış olduğumuz tüm çalışmaların bir ürünü. Bu 83 km’lik rotayı özellikle mayıs ve haziran ayları için öneriyoruz. Uluabat Gölü’nün çevresi bisiklet ile dolaşılabilir. Ancak, Uluabat Köyü ile Gölkıyı Köyü arasındaki Bursa-İzmir Karayolu yoğun araç trafiği olan bir yol. Bu kısa mesafede dikkatli bir geçiş yapılırsa bu rota 117 km’lik bir mesafeye ulaşır. 

Önerilen başlangıç noktası Eskikaraağaç Köyü

Uluabat Gölü Doğal Bisiklet Parkuru’nun başlangıç noktası Bursa-İzmir Karayolu üzerinde bulunan Eskikaraağaç Köyü Sapağı. Bu notadan köy 2 km’lik bir mesafede bulunuyor. Eskikaraağaç Köyü Avrupa Leylek Köyleri Ağı’na dâhil olmuş nitelikli bir yerleşke. Uluabat Gölü’nün kıyısında yer alan bu köyde her yılın mayıs ayı içerisinde Leylek Şenliği düzenleniyor. Uluabat Gölü, Bursa’ya bağlı üç ilçenin sınırları içerisinde bulunuyor. Eskikaraağaç Köyü, Karacabey İlçesi sınırlarında yer alıyor. Bu köyün içerisinden sola doğru giden rotanın tamamı sulama amaçlı yapılan su kanallarını kenarlarında bulunan toprak araç yollarından geçiyor. Rota üzerinde çok sayıda sapak var, tabela ve işaretlere dikkat edelim. Eskikaraağaç ile Gölyazı köyleri arasında eski Bursa-İzmir Karayolu’nun bir bölümü bulunuyor. Rotamızın bu bölümlerinde yeterince içilebilir su kaynakları bulunuyor. Yine bu bölümler manzara güzelliği açısından son derece etkileyici. 

Uluabat ya da Apolyont

Tektonik, tatlı su gölü olan Uluabat Gölü içerisinde irili ufaklı çok sayıda ada var. Bu adaların en büyüğü Halilbey Adası. Daha sonra Manastır Adası, Arifmolla Adası, Kızadası, Keremitçi, Terzioğlu ve Bulut adaları büyükten küçüğe doğru sırlanmış. Alyos (Halilbey) Adası, Eskikaraağaç Köyü’nün tam karşısında bulunuyor. Alios’ta, Bizans Dönemi’nden kalma eserler bulunuyor. Manastır (Nailbey) Adası, 1940’lı yıllarda Türk Robinson’u olarak bilinen Ziya Nail Döle’nin burada yaşamaya başlamasından sonra Nailbey Adası adıyla anılır olmuş. Adada Bizans Dönemi’nden kalma Hagios Constantinos (Helena) Kilisesi’nin kalıntıları bulunmakta. Bölgenin en eski dinsel yapılarından biri olan kilisenin yapımı 9. ve 10. yüzyıllara tarihleniyor. 18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başlarında büyük bir onarım geçirmiş, önemli ölçüde yenilenmiş. Kilisenin duvarları beş sıra tuğla ve kaba işlenmiş taşlarla örülmüş. Uluabat Gölü’ndeki bu adalar, özel şahısların elinde bulunuyor. 

Rhyndacum Çayı üzerindeki Apollonia 

Su kanallarının kenarından geçtikten sonra Nilüfer İlçesi’ne bağlı olan Gölyazı Köyü’ne ulaşıyoruz. Gölyazı Köyü de ülkemizin en güzel köylerinden biri. Nilüfer İlçesi sınırlarında, tümüyle sit alanı olarak yer alan Gölyazı, Uluabat Gölü’nün kuzeydoğusunda gölün içine uzanan yarımada üzerinde kurulu. Antik Çağ’da ‘Işık Tanrısı’ olarak tapınılan Apollon’un kentin koruyucu tanrısı olması ve burada bir tapınağının bulunması şehrin adının Apollonia olarak belirlenmesinde önemli etkendir. Ancak Anadolu’da bulunan aynı isimli diğer altı kentten ayırt edilebilmesi için ‘Rhyndacum Çayı üzerindeki Apollonia’ anlamına gelen ‘Apollonia Ad Rhyndacum’ olarak isimlendirilmiştir. 

Kerevit betimli sikkeler

Bölgede henüz arkeolojik kazı yapılmadığından, antik kent hakkındaki bilgilerin çoğu da sikkelere dayanıyor. Ele geçen en eski sikkeler m. 5. yüzyıl civarıdır. Bu sikkeler dönemin yaşam ve inanç bilgilerini vermektedir, örneğin en eski tarihli sikkeler üzerinde görülen kerevit betimlemeleri bu dönemde kerevit ile ilgili ekonomik faaliyeti göstermekte olup hala günümüzde de bu faaliyet devam etmektedir. Bazı kaynaklarda Miletos’un kolonisi olarak kurulduğu belirtilen şehir Pergamon Krallığı’nın gücünü artırdığı dönemlerde bu gücün hâkimiyeti altına girmiştir. MS 1. yüzyıldan itibaren kent gelişmeye ve adını duyurmaya başlar. Roma Devri’nde Adramytteion (Edremit) ve Kyzikos’a bağlı olan Apollonia, sahip olduğu doğal zenginliklerin ticaretiyle en parlak dönemini bu devirde yaşamıştır. MS 3. yüzyıl ortalarında Goth istilalarıyla tahrip olan kent, sonraları Hristiyanlığın yayılmasıyla tekrar önemli bir merkez haline gelmiştir. Hatta kentin bir dönem Nikomedia’ya (İzmit) bağlı bir piskoposluk merkezi olduğu bilinmektedir. Bizans İmparatorluğu egemenliğindeki kent, 14. yüzyıl başlarında Osmanlı akınları nedeniyle, Prusa (Bursa) ve Apamea’dan (Mudanya) kaçanların toplandığı kent olarak bir süre daha varlığını sürdürmüştür. 1302’de Osman Bey, Bafeum Savaşı (Dimboz) sonrasında Kite Tekfuru’nu kovalar. Kovalamaca Apollonia Ad Ryndacum’a kadar sürer. Orhan Bey’in silah arkadaşı, Aygut Alp’in oğlu Emir Kara Ali, kentin karşısındaki Alyos Adası’nı (Halilbey) ele geçirerek, Lopaidon (Uluabat) ile buna bağlı olarak da Bizans ile bağlantısını keser. Bir süre sonra burayı da ele geçirir. Apollonia Ad Ryndacum’da yaşayan Hristiyan nüfusa dokunmaz. 

Türkiye’nin en güzel köylerinden biri

Yeni gelen Müslüman halkla birlikte yaşarlar. Halk dilinde Apollonia, Apolyont’a dönüşür. Osmanlı Dönemi’nde oldukça küçülerek, sadece ada üzerinde yerleşilmiştir. Antik kente ait mimari kalıntılar yüzeyde kaldığı ölçüde görülebilmekte ve buluntular da genellikle kaçak kazılar yoluyla ele geçmektedir. Antik dönemde Uluabat Gölü, Apolloniatis olarak adlandırılmıştı. Cumhuriyet öncesinde halkının yüzde 90’ı Rum olan Gölyazı’ya, mübadele yıllarında Selanikli Türkler yerleştirilmiştir. Modern yerleşim halen, yaklaşık 800 metre uzunluğundaki antik surların içinde yer almaktadır. Sur duvarlarının hem savunma için hem de göl taşkınlarına karşı kullanılması mümkündür. Üzerinde geleneksel konut mimarisi örnekleri görülebilen surlarda, yer yer kapılar ve kuleler bulunur. Bunlardan en önemlisi kuzeydeki Simitçikale’dir. Ayrıca meydanda da bir kule bulunmaktadır. Yerleşimin bulunduğu yarımadayı çevreleyen dış kale ve adayı çevreleyen iç kale kalıntılarında, yüzyıllar içinde devşirme malzeme ile değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Yer yer Roma, Bizans ve Osmanlı tarzı iç içe geçmiştir. Güneybatı yamaçtaki tiyatroda, doğal eğim kullanılarak oluşturulan cavea, adaya doğru konumlanmıştır. Caveanın yüzeyde kalan kısımları tamamen tahribata uğramıştır. Orkhestra ve sahne binasına ait kalıntılara henüz ulaşılamamıştır. Cavea çemberinin çapı 75 metre olduğu düşünülen tiyatro, yaklaşık 4 bin seyirci kapasitesine sahiptir. 

Gölyazı Zambak Tepe’den günbatımı muhteşem olur

Zambaktepe’nin kuzey doğusunda doğu batı doğrultusunda uzanan Stadion, günümüzde de beldenin futbol sahası olarak kullanılmaktadır. Kalıntılar yok denecek kadar azdır. 19. yüzyılda yörede yaşayan Rumlar tarafından yapımına başlanan ancak bitirilemeden, mübadele nedeniyle inşaatı yarım kalan kilisenin, daha sonraki yıllarda yıldırım düşmesi sonucu geçirdiği yangında çatısı da yanmıştır. 13X21 metre boyutlarındaki üç nefli ve narteksli yapıda antik devşirme bloklar kullanılmıştır. Kentin bulunduğu yarımadanın en dar kısmında savunmayı kolaylaştırmak amacıyla Dış Kale (Taş Kapı) kurulmuştur. Günümüzde ise sadece 10X16 metre boyutlarında bir kule kalıntısı görülebilmektedir. Bizans Dönemi’nde inşa edildiği düşünülen kulenin yapımında, Stadion’a ait oturma sıraları devşirme blok olarak kullanılmıştır. Kente gelen antik yol Deliktaş Mevkii denilen nekropol alanından itibaren izlenebilmektedir. Ortalama 2,50 metre genişliğindeki yolun çevresinde mezar yapıları ve lahitler yer almaktadır. Antik yol hakkındaki ilginç bir detay, tekerlek izlerinin arasına gelecek şekilde yerleştirilmiş kare biçimli (15X15 cm) oyuklardır. Kente ulaşan tek yol nekropolün içinden geçmektedir. Kasabaya gelen asfalt yolun doğusunda lahit tipi mezarlar ve antik su kemeri kalıntıları (Deliktaş) görülmektedir. Batısında ise Apollon Tapınağı’na yönlendirilmiş podyumlu mezar yapıları bulunmaktadır. Antik kentin 500 metre kadar kuzeyinde yer alan Kız Adası’nın üzerinde, kente ismini veren Apollon Tapınağı’nın bulunduğu düşünülmektedir. Halen Temenos duvarının kalıntıları görülebilen tapınakta, üst yapıya ait mimari blokların çoğunun yerinde olmadığı görülmektedir. Tarihi hamam dikdörtgen planda, iki küçük kubbeli sıcaklık ve soğukluk bölümlerinden oluşmaktadır. Kubbelerin dışında kalan mekânlar ise, kirpi saçaklı kırma çatı ile örtülmüştür. Duvarları moloz taş ile örülmüştür. Hamam yakın bir tarihte restore edilmiş olup, bir süre kafe olarak kullanılmıştır. Cami, Gölyazı’da tarihi yerleşim bölgesinin en üst noktasında yer almaktadır. Kareye yakın dikdörtgen planlı olan caminin üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından aslına uygun olarak restorasyonu gerçekleştirilmiştir. Caminin bitişik parselinde yer alan yapının Sübyan Mektebi olduğu bilinmektedir. Yapıdan günümüze giriş katının kuzey bölümü yıkık olarak ulaşmıştır. Parselde yapıda kullanılmış olabilecek ve dağınık halde bulunan antik dönem devşirme malzemeleri dikkat çekmektedir. 

Ağlayan Çınar

Tarihi Çınar, Gölyazı Köyü Meydanı’nda bulunan ve uluslararası anıtağaç işaretini taşıyan çınar ağacıdır. Gövdesinde özsuyu aktığı için ‘Ağlayan Çınar’ adını almıştır. 700 yılı aşkın yaşı olduğu tahmin edilmektedir. 

Gölyazı, Akçalar, Fadıllı Dorak ve Uluabat

Muhteşem gün batımları ile bilinen köyün çevresinde tur attıktan sonra geldiğimiz yolun bir bölümünü tekrar geçip, yine su kanalları kenarından Akçalar Köyü’ne varıyoruz. Köye varmadan Fadıllı Köyü yoluna çıkmak mümkün ama gölün suları bu kestirme yolu zaman zaman yutuyor. Fadıllı Köyü’ne vardığımızda, artık gölün karşı kıyısına varmış oluyoruz. Bu köyden araç yolu ile Mustafakemalpaşa İlçesi’ne bağlı Dorak Köyü ulaşıyoruz. Köye girmeden, göle doğru inen yolu takip ederek tekrar göle kavuşuyoruz. Gölün kıyısındaki yol bizi Karaoğlan Pompa İstasyonu’na ulaştırıyor. İstasyonun sol yanından Mustafakemalpaşa’ya bisiklet ile Mustafakemalpaşa Çayı kenarından ulaşmak ta mümkün. 

Rotamız, istasyonun kenarından gölü takip ederek devam ediyor. Daha sonra Mustafakemalpaşa Çayı üzerinde bulunan köprü geçiliyor. Kuş Gözlem Kulesi’nden kuşları da gözlemek mümkün. Ve Balıkesir-Bursa Yolu, Uluabat Köprüsü, Çapraz Çayı’na vardığımızda 83 km’lik bir rotayı bitirmiş oluyoruz.