Kâinat bir dengedir, gece ve gündüz bir dengedir. Ahlak, edep adap bir dengedir.
...............
Kâinat bir dengedir, gece ve gündüz bir dengedir. Ahlak, edep adap bir dengedir. ‘Kalu Bela’ya ve fıtrata uygun yaşamak dengedir. İfrat ve tefritten kaçınmak, itidalli olmak bir dengedir. Allah’a kul olmak bir dengedir. Dengeyi bozmak, gaflet içinde olmak, Allah’a Kitab’a ve Peygamberine isyan etmek demektir. Böyle olunca; hayatımızda itidal içinde olmak, ifrat ve tefritten uzaklaşmak gerek. İslâm’ın en önemli düsturlarından biri, sırât-ı mustakîm üzere yaşamaktır. İnsanlar zıtlıklar üzerine yaratılmışlardır, çünkü insanın hamurunda yalnız toprak değil, su da vardır. Sözlükte “anayol; doğru ve apaçık yol” mânâlarına gelen sırat ile “dengeli ve dosdoğru” anlamındaki müstakīm kelimelerinden oluşan sırât-ı müstakīm “apaçık, dosdoğru ve hak yol” demektir. Ancak etimolojisinden hareketle yapılacak en kapsamlı tanımın “aşırılığa kaçmayan doğru yol” şeklinde olduğu belirtilmiştir. İbnü’l-Arabî Fâtiha’da geçen sırât-ı müstakīmi iki nokta arasındaki en kısa yol olarak tarif eder. Müstakīm olan bu sıratı, her ilişkide dengede olmak olarak tarif etmektedir: “Her ilişkide dengeyi bulamayan sıkıntıya uğrar. Öyleyse, sırât-ı müstakīm önce bu âlemdedir.”
Zıtlıklar birbirine düşmanlık yaparlar. Onun için insanı doğru yoldan saptırırlar. İnsanlarda aşırıya kaçma isteği ve zevki daha ön plana geçer, fakat insanın huzûru ve mutluluğu, Allah’ın huzûrunda olmakla ancak sağlanabilir. Bu yüzden de huzûru sağlayan tek yol; her ilişkide ortada olmak ve îtidâli muhâfaza etmektir. Bu ilişkilerin içinde, mâneviyatta bile, yâni ibâdette bile aşırıya kaçıldığı zaman, o ibâdeti kendi yaptığını zannetmek gibi bir gaflete düşer insan. O da insanı en büyük felâkete götürür.
Muaviye Peygamber Efendimize, gecede bin rekât namaz kıldığını ama bunun bile ona az geldiğini söylediğinde Hz. Peygamber: “Oğlum, sen gece uyu da, gündüz beş vakit namazını ihmal etme” buyurmuşlar. Tabii ki gece namazları çok önemli, ama herkesin meşrebine göre verilmiştir. Allah onun için gündüz namazı elli vakitten beş vakte indirmiştir. Bu da insanların normal hayatlarını, yâni dünyâ ve âhireti, sırât-ı mustakîm üzere devâm ettirebilmeleri içindir.
Bütün ilişkilerimizde; eşimizle olan ilişkimiz, komşumuzla olan ilişkimiz, çocuğumuzla olan ilişkimizde, hiçbirinin ‘Allah’ olmadığını ve herhangi birine tapmanın çok büyük felaketlere uğratacağını bilmek lâzım. Bu yüzden denge çok önemlidir. ‘Denge’ nin hakîkati kulluktur, yâni Allah ile irtibat kurmaktır. Eşinle konuşurken “Allah’ım benden memnûn mu?” çocuğunla konuşurken “Çocuğum memnûn mu?” değil, “Allah’ım benden memnûn mu?” diye düşünecek şekilde ortada bir hayat sürmektir. Bu dünyanın gâyesi budur.
.......................
Birbirimizi empatiyle anlarız
......................
Empati kurmak; başkasının hâlinden anlamak, ona hürmet etmek, dışarıdaki insan için son derece lüzumlu bir şeydir, çünkü memleketin en büyük sorunlarından biri, kimsenin başkasının fikrine hürmet etmemesidir. Fakat mâneviyatta, yâni dervişlikte ‘empati’ değil, kendini onun yerine koyarak, onun gözüyle kendine bakmak lâzım ki, o zaman sendeki yanlışları sen görebilesin. İşte bu, insanın Allah ile irtibâtında en güzel noktadır, çünkü insana kimsede kusur görmemeyi, herkesin idrak derecesine hürmet etmeyi öğretir.
...................
Her işe beslemeyle başlarız
....................
Her işe başlarken besmele çekeriz. Bir iş yapılacağı zaman o işe Allah’ın ismiyle başlamak; o işi yapanın, yaptıranın Allah olduğunu ve O’nun gücü olmazsa bizim hiçbir şey yapamayacağımızı idrak etmek demektir ve de rahatlamak demektir. Yâni kendinin sâdece orada gayreti göstermen ve işi sâhibine bırakman, demektir. Bu yüzden en sevmediğim laf: “Bu işler inşallah ile maşallah ile olmaz” lafıdır, çünkü çok yanlış anlaşılmış bir laftır. Her şey ‘inşallah’ ile olur, yâni her şey Allah isterse olur. Allah istemezse hiçbir şey olmaz. Anlıyorum, herkes bunu o mânâda kullanmıyor, yâni “Sizin inşallah anlayışınızla olmaz” demek istiyor ama bu cümleyi kullanmamanın daha doğru olduğuna îman ediyorum.
........................
Kalp kırmaktan çekinmeliyiz
.............................
Birbirimizin kalbini kırmamalıyız. Bir kez gönül kırarsan, Kâbe’yi yıkanla aynı seviyeye gelirsin. O halde hiç gönül kırmadan, hakîkati çok siyâsî bir şekilde söylemesi lazım. İnsanın siyâseti sâdece burada kullanması lâzım. Mesela bir hikâye vardır; Pâdişaha bir falcı gelmiş, demiş ki: “Maalesef oğlunuz sizi öldürecek” Padişah da falcının başını kesmiş. Sonra gelen birkaç falcı da aynı şeyi söyleyince, hepsinin başı gitmiş. En sonunda bir akıllı falcı gelmiş ve demiş ki: “Pâdişâhım, çok şükür hiç evlat acısı çekmeyeceksiniz” Yâni söylenen söz aynı; ama birinde ümit ve mutluluk var, öbüründe umutsuzluk ve sıkıntı var. O halde öldürülme fikrini bile umut içinde anlatırsan, insanlar ondan etkilenmezler. Buna ‘ilm-i siyâset’ denir.
.....................
Öze dönüş sıratı müstakimdir
.......................
Sâdece Allah’la irtibat kurmakla öze dönülür, çünkü kendi özümüzde de O’nun ismi var, her yerde de O var, başka bir şey yok. Nefsin için değil Allah’ı memnûn etmek için, Allah için çalışmak, Allah için gayret etmek, nefsinin arzu ve isteklerinden çok, başkasını kendinden önce düşünmek, yâni kendine hürmet edeceğin hasletlerde bulunmak, insanı özünden memnûn kılar. O zaman insan, sırât-ı müstakîmden sapmamış olur, çünkü bu yol Peygamberin yoludur; sapılan her yol ise şeytanın yoludur. Burada hakîkat, aşırı istek ve arzulardan kurtulup başkasını kendinden önce düşünme sanatını elde etmektir vesselam.