ANAMAS'TAN AKSU'YA

İsmail ŞAHİNBAŞ
Tüm Yazıları
Aksu, yöredeki 15 köyün bağlı olduğu Eğirdir'in Yenice Bucağı iken, 1954 yılında Yenice, Bucak, Mirehor ve Akcaşar köylerinin birleşmesi ile Anamas Beldesi olmuş.

Aksu, Akdeniz Bölgesi’nin Göller Bölgesi’nde yer alan Isparta’nın bir ilçesi konumunda. Doğudan Şarkîkaraağaç, Yenişarbademli, güneyden Süt­çüler, batı ve kuzeyden de Eğirdir İlçesi ile komşu olan ilçe yaklaşık 1.200 metre rakımda bulunuyor.

Aksu, yöredeki 15 köyün bağlı olduğu Eğirdir’in Yenice Bucağı iken, 1954 yılında Yenice, Bucak, Mirehor ve Akcaşar köylerinin birleşmesi ile Anamas Beldesi olmuş. 1965 tarihinde ise Aksu ismini alan yerleşim, 1987 tarihinde de ilçe statüsüne girmiş. Adını Anamas Dağı’ndan alan Anamas Nahiyesi, bir yerleşme yerinin adı olmayıp, belirli bir yöreyi anlatan bir terimdir. Bu adla belirtilen nahiyenin Yılanlı Ovası başta olmak üzere kuzeydeki Sarı İdris Dağı eteklerine kadar olan yerlerdeki köyleri içine aldığı Osmanlı arşiv kayıtlarındaki bilgilerden anlaşılmaktadır. Yılanlı Ovası, Anamas Bölgesi içinde yer alır. Anamas Dağları, Toros Dağları’nın kuzey bölümünü oluşturur.

Osmanlı Dönemi Kayıtlarında Anamas

1530 yılında Osmanlı Dönemi’nde Eğirdir’e bağlı olan Anamas Nahiyesi günümüzdeki Aksu’nun sınırları ve bağlı köyleri arasında farklılıklar görülmektedir. Osmanlı Dönemi’nde sürekli Eğirdir’in sınırları içinde yer alan Anamas Nahiyesi daha geniş bir alanı içine almaktaydı. Aynı yılın muhasebe defterinde de Anamas’a bağlı 29 köy yer almaktaydı.

17. ve 18. yüzyıllarda da nahiyelik statüsünü devam ettiren Anamas’ın bu konumu ne zamana kadar koruduğu tam olarak tespit edilmiş değildir. Ancak, 19. yüzyıl kayıtlarında, mesela 1844-1845 tarihli Temettüat Defteri’nde Anamas Nahiyesi olarak geçmemekte ve bu yöredeki köylerin tamamı Eğirdir’e bağlı köyler olarak kaydedilmiştir.

Seyyahların Anılarındaki Anamas ve Eğirdir Gölü

Ünlü Arap gezgini İbni Batuta 1332 yılında Antalya, Burdur ve Isparta’yı ziyaret eder. Aksu’nun Anamas olarak bağlı bulunduğu Akritur’a yani günümüzdeki Eğirdir’e de uğrar. Eğirdir’den “kalabalık, pek bakımlı çarşıları olan, çevresi bağ, bahçe ve bostanlarla donatılmış, büyük bir şehirdir. Yanı başında tatlı sulu bir göl bulunmakta ve bu gölde dolaşan gemilerle iki günde Akşehir, Beyşehir ile öteki köy ve kasabalara gitmek mümkün olmaktadır” diye bahseder. Aynı şekilde üç yüz yıl sonra, Kâtip Çelebi’nin Cihannüma isimli eserinde bölge hakkında bilgiler bulunmaktadır. Kâtip Çelebi, Cihannüma isimli eserinde bölgeden şu şekilde bahseder: “Eğirdir, gölün batısında, gölün içine kadar girmiş, küçük, yaman, sağlam varoşlu bir kaledir. Birçok alışveriş yeri, ibadethanesi ve hamamı vardır. Kütahya’dan 3 merhale olan şehirde, ulu kişilerin mezarları üzerine türbe, etraflarına cami inşa edilmiştir. Evliya’dan Şeyh Muslihddin Efendi de burada gömülüdür. İki kapısı olan şehrin karşısında iki de ada vardır. Bunlardan küçük olan bağlık bahçeliktir ama hiç kimse oturmaz. Bunun kuzeyinde 200 kadar evin olduğu büyük ada sakinlerinin yarısı Müslüman, yarısı gayri Müslim’dir. Ada halkı gemicilikle uğraşmaktadır. Şehrin varoşu üzerinde Sürinaz adında bir dağ yükselir. 6 saatte çıkılan bu dağın üzerine çok eskiden metin bir kale bina edilmiştir. Allah kendisinden razı olsun Seyyid Battal Gazi bu kaleyi fethetti. 36 çeşit üzümü olan Eğirdir’in hemen dışında Yazla adında bir köy vardır. Sadat’tan yani peygamberimizin torunu Hz. Hasan soyundan gelen Berdalı Şeyhülislam adında bir veli bu köyde yaşamış, camii ve tekke bina ederek, birçok hizmette bulunmuştur. Soyundan nice veliler zuhur eden Şeyhülislam’ın camii ve tekkesinde 1070 yılına gelinceye kadar yolculara ve fakirlere bakılır, yedirilir, içirilirmiş. Gayri Müslimlerden alınan koruma vergisiyle sürdürülen bu hizmet 1070 yılında kesilmiştir. Eğirdir’in ziraat alanı yoktur. Bunun için Tavayıf-ı Mülük, yani Abbasilerden hemen sonraki küçük devletler döneminde her mahallede bir tekke bina edilerek, fakirler doyurulmuştur. Zamanla bu tekkeler, köyler bile vakıf olunmuştur. Şimdilerdeyse bu tekkelerin bir kısmı yok olmuş, bu kısmı da harap olmuştur. Velhasıl bu Eğirdir kazası dağlıktır. Yüksek dağları, ulu ağaçları ve latif pınarları vardır. Esaferos adındaki dağ 24 saat yüksekliktedir. Üzerinde 10-15 arşın kar olur. Yükseğinde berrak bir suyu olan pınar var derler. Dağın ortasında düz bir yerde tatlı bir göl vardır. Yazın etrafı çimenliktir. Bundan yukarıda kardan gayrı bir şey yoktur. Eğirdir Gölü, Hamid İli ortasında bir yerdedir. Gölde iki ada vardır. Küçüğüne Can, büyüğüne de Niş Adası derler. Bu gölün 5 çeşit balığı olur. Bunlar kiraz mevsiminde avlanır. Bu göl garip göldür…”

Bölge, 1706 ve 1714 yıllarında iki kez Anadolu’ya gelen Fransız seyyah ve araştırmacı P. Lucas tarafından ziyaret edilmiştir. Lucas, çevredeki verimli arazilerden ve Eğirdir Gölü’nde bulunan adlardan bahsetmiştir. 1816 yılında seyyah ve araştırmacı olan Otto Von Richter’in bölgeyi ziyaret ettiği bilinmektedir. İngiliz Şark uzmanı ve Antik Çağ uzmanı Francis Vyvyan Jago Arundell, Anadolu topraklarında yapmış olduğu gezileri; Anadolu’nun Keşfi isimli bir eserde toplamış. Arundell, bölgedeki ilk gezilerini Aziz Paul ve Barnabas uzun bir süre yaşamış oldukları için Yalvaç’a yapar. Yalvaç’tan Gelendost’a geçitken sonra 1833 yılında Eğirdir ve çevresi ile ilgili gözlemlerini şöyle kaleme alır: “Gelendost’tan çıktıktan 2 saat sonra Eğirdir Gölü’ne iyice yaklaştık. Gölün kenarında bir süre yol aldığımızda karşımıza çok güzel eski bir yapı çıktı. Bu yapı büyük bir ihtimalle Selçuklu Sultanları tarafından inşa ettirilmiş. Yuvarlak bir kemerin altında kare taşların çevrelendiği güzel bir kapısı var. Ben bu yapının daha çok dini amaçlarla inşa edilmiş olduğu kanısındayım. Burada fazla oyalanmadan yola koyulduk. Çok geçmeden, akarsuyun kenarında kurulan, içinde 12 askerin bulunduğu bir karakola rastladık. Bu karakolda bize çok iyi davrandılar. Bu sıcakkanlı insanlara şükranlarımızı sunarak tekrar yola düştük. Kısa bir süre sonra önümüzdeki ovayı geçtik ve gölün kenarında yükselen tepeye çıkmaya başladık. Bu yol hayal edilebilecek en korkunç yoldu. Yolun genişliği 1,5 metre civarındaydı ve sağ tarafımızda dik bir uçurum göle kadar uzanıyordu. Yanlış bir adım atmamız halinde birkaç yüz metre aşağıdaki göle yuvarlanabilirdik. Solumuzdaysa yüksek ve sanki mimar tarafından yapılmış gibi dik bir dağ vardı. Burası Alplerin en tehlikeli geçitlerinden daha tehlikelidir denebilir. Atların düşmemesi için onları da sıkıca tutmak gerekiyordu. Yalnız bu da tehlikeliydi. Çünkü bu defa biz de atlarla birlikte düşebilirdik. Böyle tam yarım saat kaldık. Diyebilirim ki bu yarım saat benim ömrümde geçirdiğim en korkunç yarım saatti. Burayı geçtikten sonra aşağıya indik. Gölden biraz uzaklaşmıştık. Bu defa da az önce içinde bulunduğumuz korkunç durumun tersine, hiçbir kelime ile ifade edilmeyecek güzellikte ve huzur verici bir manzarayla karşılaştık. Sağımızda kalan göle doğru uzanmış üzüm bağları, her türden meyve ağaçları, orman ve önümüzdeki yüksek zirveli dağlar, hiçbir ressamın çizemeyeceği ve hiçbir yazarın anlatamayacağı güzellikteydi. Bu manzaranın tadını doyasıya çıkarabilmek için burada uzun süre oyalandık. Ben de yapabildiğim kadarıyla bu manzarayı resmetmeye çalıştım. Değişik bir bitki örtüsünün içinden geçerek göle yaklaştık. Geçtiğimiz yerler gibi gölün manzarası da çok güzeldi. Bu haliyle Eğirdir Gölü, İtalya’nın ünlü gölleriyle karşılaştırılabilir. Önümüzde küçük ve ağaçlarla kaplı bir ada var. Onun arkasındaysa büyük bir dağ görünüyor. Bir tepeye tırmanmaya başladığımızda gölde iki tane ada olduğunu fark ettik. Hatta belki de karaya çok yakın olan bir üçüncüsü… Ama az sonra üçüncü ada diye düşündüğümüz parçanın karanın uzantısı olduğunu gördük. Eğirdir’in hemen yakınlarında Yörükler çadır kurmuşlardı. Neredeyse her çadırın önünde bir halı tezgâhı bulunuyordu. Sığır sürüleriyle çevrelenen bu manzara ataerkil zamanların manzarasını andırıyordu. Doğrusu manzaralarıyla bu ülke insanı her adımda hayrete düşürüyor. Biz tam bu göçebe toplumun manzarasının değerlendirmeye çalışırken, birden karşımıza üstün bir medeniyetin hayretler uyandırıcı olağanüstü yapıları çıktı. Böylece Eğirdir’e ulaşmış olduk. Eğirdir’de ilk ziyaret ettiğimiz yer gölü daha iyi görebileceğimiz kuleydi. Gerçekten de göl buradan harika görünüyor. İki adası var. Yakın olanı bir Türk’e ait. Diğerindeyse Türkler ve gayri Müslimler birlikte oturuyor. İçinde bulunduğumuz bu harika manzaranın etkisinden kurtulup kurtulmaz şehri dolaşmaya çıktık. Selçuklu ve Osmanlı eseri olan muhteşem yapıların içinden geçerek Pazaryerine vardığımızda herkesin bakışı bizim üzerimizdeydi. Pazaryeri’nde insanlara Selge’yi sorduk. Birtakım tarifler yapıldı. Daha çok amacımızın Selge’yi bulmak olduğundan bu tarifleri değerlendirdik ve Eğirdir’de fazla dolaşamadık.” (Not: Bu bölgeden Selge’ye giden en kestirme yol, Aksu üzerinden gitmekteydi.)

Jeomorfolog ve coğrafyacı W. J. Hamilton, 1836 ve 1837 bölgeyi iki kez ziyaret etmiş. Göller Bölgesi’ne 1841 ve 1842 yıllarında ziyaret eden A. Schoenborn, bölgenin yer altı sularının başlangıç sahası olarak kabul etmiş. P. de Tchihatcheff 1848 yılında bölge coğrafyası hakkında incelemeler yapmış K. Ritter, Anadolu’da 1850 yılına kadar yapılan tüm incelemeleri derlemiştir. G. Hirschfeld, 1872 yılında Göller Bölgesi’nde yaptığı incelemelerde Eğirdir Gölü’nün coğrafi olarak bölgenin merkezi olduğunu belirtmiştir. 1880’li yılların başlarından itibaren Göller Bölgesi’nde bölgenin tarihi coğrafyasının aydınlanmasına yardımcı olmuştur. 1885’ten itibaren G. Radet, 1895’te F. Sarre ve 1906’da H. Rott bölgede araştırmalar yapmışlardır. Göller Bölgesi’ndeki araştırmalar 1. Dünya Savaşı ve sonrasında da devam etmiştir. Bu yıllarda B. Pace, 1950’li yıllarda L. Robert, X. De Planhol, J. Mellaart, G. E. Bean, B. Levick araştırmalar yapan gezgin ve uzmanlar olmuşlardır.

Kutu

Aksu, Isparta şehir merkezine 62 km mesafede bulunmaktadır. Aksu’ya Eğirdir-Isparta Karayolu’nu takiben, Eğirdir merkezinden 4 km sonra sağa doğru; Aksu-Sütçüler yol ayrımından dönülerek 18 km yol aldıktan sonra Yılanlı Köyü’nden sonra sola 6 km girilerek ulaşılabilir.

Osmanlı Dönemi kayıtlarında geçen köyler ve nüfus sayıları: Başviran (Nüfus belli değil, hane 6), Resuller (23 kişi, 17 hane), Baklan (13 kişi, 7 hane), Bey (21 kişi, 12 hane), Sofular (14 kişi, 12 hane), Örkenez (20 kişi, 18 hane), İlanlu (50 kişi, 32 hane), Akşehirlü (7 kişi, 5 hane), Gencibağlu (28 kişi, 22 hane), Kösrelü (26 kişi, 16 hane), Aksak (5 kişi, 3 hane), Karasubaşı (22 kişi, 18 hane), Sorkun (40 kişi, 29 hane), Sarı İdris (74 kişi, 40 hane), Mihayil (68 kişi, 45 hane), Afşar (90 kişi, 67 hane), Kâtip (10 kişi, 6 hane), Çapa (14 kişi, 10 hane), Karacahisar (17 kişi, 14 hane), Kırağu (20 kişi, 15 hane), Alayerde (13 kişi, 8 hane), Tekederesi (20 kişi, 14 hane), Eldere (32 kişi, 17 hane), Yaka (3 kişi, 3 hane), Baş (29 kişi, 17 hane), Emir-i Ahur (42 kişi, 33 hane), Kâfir (40 kişi, 30 hane), Yakacık (21 kişi, 13 hane), Zindancık (39 kişi, 34 hane).