Yaşam standartlarımızla yaşam şartlarımızın pek de parallel gittiği söylenemez.
Artık günü kurtarmak ve de günübirlik yaşamaya iyice alıştık. Günü kurtarmak en önemli önceliklerimizden oldu. Üretmek veya ürettiğimiz kadarını tüketmek gibi önceliklerimiz vardı ama bu öncelikleri çoktan unuttuk gittik. Artık üretmeye hiç kafa yormuyoruz.
Bazı bölgelerimiz vardı ki, üretimde kendilerine yeterler, fazla ürettiklerini çeşitli seyyar pazarlarda satarak gelir hanelerine katkı yaparlardı ama oralardakiler bile artık bu geleneksel alışkanlıklarını çoktan terk ettiler.
Bazen yazdığım yazılarda çoğunlukla şöylesine bir sonucu her zaman dile getirdiğim olmuştur; “Üreten değil tüketen bir toplum olduk çıktık”.
Temel ihtiyaçlarımızdan olan temel tüketim maddelerini üretmek konusundan iyice vazgeçen olduğumuz gibi, eskiden var olan geleneksel alışkanlıklarımızın bazılarını neredeyse yok denecek seviyelere indirdik. Artık her şeyde hazır olanları tercih ediyor, yaratıcılığımızı öne çıkaran, keyf alacağımız, üretirken paylaşma alışkanlıklarımızı tamamen unuttuk. Aslında güncel yaşamımızda nelerden zevk alabileceğimizi bile hatırlayamaz olduk.
Geleneksel, genel davranışlardan uzaklaştığımız gibi, birçok olması gereken manevi varlık çözümlerine bile yeterince zaman ayırmıyoruz.
İşte böyle bir toplum olmanın yaşam standartlarından tamamen uzaklaşmanın sıkıntısını yaşadığımız güncel yaşamımızın her anına gösterebilen, bulanık, karmaşık bir fotoğrafını yansıtıyoruz. Ne yazık ki, sosyal yaşamımızdan yansıyan insan manzaralarındaki görüntüler neredeyse tıpatıp aynı ama, bazı alışkanlıklar edindik ki, bize maddi, manevi verdiği zararın farkında bile değiliz. Üretmiyoruz, yeni bir fikrin yaşamımızda yaratacağı değişikliğin bizi nerelere taşıyacağını hiç merak etmiyor, sadece teknolojik bir iki varoluşun peşine takılmış, afyon yutmuş gibi, onların bize vereceği keyfin beklentisiyle yaşamaya çalışıyoruz.
Tam bir elektronik ve mobil cihazlar delisi olduk.
Hemen hemen her gün hepimiz sokağa çıkıyoruz ve neredeyse aynı görüntülerin yansıdığı bir fotoğrafla karşılaşıyoruz. Bu artık içimize işlemiş, yaşam biçimizi onunla endekslemişiz. Günün her parçasında yansıttığımız götüntü hiç değişmiyor. Elimizdeki, adına akıllı denen telefonlara odaklanmışız ve etrafımızdaki hiç bir şeyi görmüyoruz. Yan yana olanlar bile yüz yüze konuşmak yerine, o ellerindeki akıllı telefonlarla iletişim kuruyorlar.
İstanbul’da iki üniversitede derse gidiyorum, görüntü aynen bu. Ben ders anlatırken arkalarda veya kendini görünmez bir açıya yerleştiren öğrenciler, sözde çaktırmadan o telefonlara bakmayı dersi dinlemeye tercih ettikleri çok oluyor.
Sadece üniversitelerde mi, orta okul ve liselerin önlerinden geçerken aynı fotoğrafı görmememiz mümkün değil. Bu görüntü ilkokul öğrencilerine kadar inmiş durumda.
Bir başka bağımlılığımız ise; sosyal medya çılgınlığı. O ise başka bir çözümsüzlük. Bunu kolaylaştıran ise, derin uyku saatleri dışında günümüzün her anında yanımızda olan, ayrılmaz parçamız o akıllı telefonlar.
Sosyal medya alışkanlığı öylesine had safhada ki, yaşamımızdaki her anı orada paylaşmakdan vazgeçemiyoruz. Bazı durumlarda ise özel yaşam sınırlarını kaldıran görüntülerimizi de oralarda paylaşmayı alışkanlık haline getirdik. Ama her zamanki alışkanlığımızla sosyal medyada daldan dala koşuşturup duruyoruz. Messenger’ı ikinci plana attık şimd moda; iş dünyasının sıkça kullandığı WhatsApp, gençlerin favorisi Instagram ve bürokrasinin ve siyaset dünyasının tercihi Twitter.
Yaşamımızdan en derin iz bırkan güncel fotoğraflar bunlar işte. Güncel yaşamımız bu karmaşık görüntüde demek daha doğru ama, aslında giderek monotonlaşan, tek düze, renksiz hale çoktan dönüştüğü daha net bir anlatımı. Akıllı telefondan güncel yaşamımıza yayılan sonra değişmiş, farklılaşmış olarak elimizdeki telefona geri dönen, kafamızı karıştıran ve bizi esir eden, amaçsız kısır döngüde hareketlenen bir yaşam biçimi.
Güncel durumumuz ve yaşamımızdan yansıyanlar aynen böyle.
Bu konuya başka bir açıdan yarınki yazımızda bakacağız.