Yıllar önce televizyonlardaki reklam yayınları ile ilgili olarak yazdığım bir yazıda "Herkes Standardını Bilmeli" başlığını atmıştım.
Yıllar önce televizyonlardaki reklam yayınları ile ilgili olarak yazdığım bir yazıda “Herkes Standardını Bilmeli” başlığını atmıştım. O yazımda; televizyon reklam yayınlarındaki karmaşa ve izleyiciyi hiçe sayan yayın vurdumduymazlığını ve bu konuda Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜK’ün hala gerekli önlemleri alamadığını yazmış ve sonuçlarını değerlendirmiş, yazımızın sonunu şöyle bağlamıştık:
“...Reklam gelirlerinin televizyonların devamı için en önemli maddi kaynak olduğunu en iyi bilen, anlayabilecek ve bu konuda gerçekçi duygusallığa sahip tek topluluk; ekonomi konusunda neredeyse kendini uzman sayanlardan daha uzman olan, yok denecek kadar az para ile geçinmeye çalışan dar gelirli, işçi, memur televizyon izleyicileridir. Bu konu ve gerekliliği; öncelikle onlara, anlayabilecekleri bir dille ve yöntemle iyi anlatılabilmelidir. Görülecek ki, en büyük destek, bu hoşgörü zengini televizyon izleyicilerinden gelecektir...”
“...Asıl yapılması gerekeni yapmak yerine, izleyenleri “ne verirsem izliyor” gibi görmek yanlışlığına düşülmemeli.”
Yıllar önce yazdığım yazıda dikkat çekmek istediklerimde hiç bir değişiklik olmamış, aksine neredeyse umursamaz bir tavır ve uygulama yerleşti gitti.
Her şeye rağmen “Amerika’yı yeniden keşfetme”nin gereği de yoktu. Bu konuyu yasalar gerektiği gibi düzenlemiş ve uygulama esasları konusunda gerekenleri göstermiştir. Yapılanlara, uygulamalara bakınca, yasalarda yazılanların bazen kesin çözüm olamadıkları da apaçık ortada...
Türkiye’nin de imzaladığı “Avrupa Sınır Ötesi Yayıncılık Sözleşmesi”nde televizyonların reklam yayınlarının nasıl yapılması gerektiği açık açık yazılmış. Bu anlaşılmıyorsa; “3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun”un “Reklamların Biçimi ve Sunuluşu” başlıklı madde 20 ve Reklamların Yerleştirilmesi başlıklı Madde 21’de reklamların yayının düzenlenmesi açıkça belirtilmiş.
Bu maddeye bağlı olarak hazırlanmış olan; “Radyo ve Televizyon Kuruluşları Reklam Yayın İlkeleri ve Usulleri ile Reklam Gelirleri Üst Kurul Paylarının Ödenmesi Hakkındaki Yönetmelik”in ilgili; “Reklamların yerleştirilmesi” başlıklı Madde 18’de hemen hemen herkesin okuduğunda anlayabileceği açıklıkta va ayrıntıda belirtilmiş.
Zaman içinde bazı yeni, ek düzenlemeler yapılmış. Bu düzenlemeler; televizyonların reklam yayınları konusunda biraz daha özgür bırakılmalarına yönelik ama, bir başka zıvanadan çıkmaya da yol açmış. Artık; yasal olarak belirlenmiş ve saatleri gösterilmiş reklam kuşaklarına uyum sadece aynı anda kuşakların başlatılmasının ötesine geçememiş.
Televizyonlarda reklam yayınlarının düzenlenmesi ile ilgili yasal ayrıntı kurgularını gelecek yazımızda anlatacağız. Ve bu yasal düzenlemelerin yenilenen bölümlerini de.
Televizyon reklamlarında düzenin tamamen bozulduğu alan ise; bir süredir ekranların kurtarıcısı durumunda olan yerli diziler. Önce diziler, lastik gibi uzadılar, akşam sekizde başlıyorlar ve gece bazen onikiyi geçtikleri de oluyor.
Dizi yayınları sırasında asıl kabus ise; yaklaşık bir saat süren özet yayınlarıdır. Bunların reklama yönelik olduklarını hepimiz biliyoruz. Ama bunun bir saat gibi bir süreye uzatılmaları abartının abartısı olmuş.
Gece sekiz, dokuz arası özetler, ardından dizinin yeni bölümü başlıyor. Dizi başlar başlamaz bir iki dakika içinde kuşak reklam. Zorunlu kuşaklardaki, bazen yirmi dakikayı aşan reklamlar faslı başlıyor. Diziler, gece saat onikiye kadar, bazen onikiyi geçtiği de oluyor, sürüyor. Bu tam anlamıyla “Reklam arası dizi” izlemek gibi bir durum demektir.
Dizi yayınlayan televizyonlar son zamanlarda bir başka can sıkıcı yönteme daha başvurdular ki; o tam bir rezalet. Dizi sona erecek “son” plan yayında, o sırada on dakikadan fazla süren reklam kuşağı yayına giriyor. Bu arada dizi birkaç plan geriden yeniden başlıyor. “Son”a varamıyoruz bir türlü, yine bir reklam kuşağı ve nihayet “son”.
Bu iş çığırından çoktan çıktı. Bakalım sonu nereye varacak?