Başlığa bakarak "bu da nereden çıktı" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ben yazdığım yazılarda hemen hemen hiçbir zaman siyaseti buralara pek taşımam.

Bu, siyeseti takip etmediğim ve bilmediğim anlamına gelmez. Sözünü ettiğim bu konuları ne kadar bildiğimi burada anlatmam gerekmiyor. Attığım başlığın devamını yazdığımda, altını doldurmaya başladığımda ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız…

Öncelikle bu tehlikeli ötekileştrmenin nerede yaşandığını başlangıçta bir ortaya koyalım ki, kimse işi başka yerlere çekmesin. Bu köşede benim yazdıklarımı takip edenler bilirler. Ben birçok kez yazdığım gibi, sosyal yaşamın tüm gerçeklerini, çekilmezlerini, güzelliklerini yazılarına yansıtan biriyim. Her ne şartlarda olursa olsun, tüm kötülüklerin yaşandığı ortamlarda bile olsa, orada yaşanan güzelliklerin olabileceğine inanan, onları bulup ortaya çıkaran, o güzellikleri yazılarına aktaran bir yöntemi tercih etmişimdir hep.

Sosyal yaşamda olanların ben de içindeyim. Olan güzellikleri ve olumsuzlukları yaşayanlardan biriyim. Zaman zaman benim de psikolojimin çok bozulduğu zamanlar çok olmuştur. Yaşanan tüm ekonomik sıkıntıları onlar kadar yaşarım ve toplumun yaşadıkları konusunda yorumlar yazarken olabildiğince dikkatli davranırım. Yazılarımda asla kapkara veya flu bir fotoğraf oluşturmam..

O nedenledir ki yaşam sayfalarımda körü körüne karamsarlığa yer vermediğim gibi, kötülüklerin cirit attığı yerleri, ortamları tasfir etme hayallerinin peşinde de koşmam.

Benim sosyal yaşam fotoğraflarımda hep az da olsa güzel olan görüntülere yer vardır. Öncelikli olarak oradaki güzellikleri öne çıkarmaya özen göstermişimdir.

Bu güzel toplumumuz, bu güzel ülkemiz de çok güzel şeyleri hak ediyor.

Bunun içinde siyaset, politika da vardır. Siyaset, politika yazmayı da çok severim ama, uzunca yıllara dayanan geçmişi olan bir gazeteci ve köşe yazarı ciddiyetiyle, asıl özen gösterdiğim, görev sorumluluğunu üstlenirim. Ekonomik zorlukları boğazına kadar yaşayan vatandaşlarımızla bu yaşamın güzelliklerini ve zorluklarını paylaşarak, neler var, neler olmalı ya, karınca kararınca, dilim döndüğünce çözüm önerileri sunmayı isterim.

Yukarıdaki başlığa konu olarak ele aldığım ve “Tehlikeli ötekileştirme” başlığını atma gereğini hissettiğim sosyal yaşam gerçeği; önemli, olumlu veya olumsuz etkileriyle peşinden sürükleyen, ülkemizde “Dördüncü Kuvvet” olarak da adlandırılan şu meşhur “medyamız”dır. Belli bir dönemden beri medyadaki belli sermaye güçlerin ekseninde oluşan kutuplaşma bu kez yerini siyasal kutuplaşmaya bıraktı. Özellikle 2000 sonrasında yerleşmeye başlayan ve son yıllarda zirve yapan radikal kutuplaşma bir süredir medyamızın önemli güçlerinden olan televizyon yayın politikalarında kendini daha da yoğun bir şekilde hissettirmeye ve göstermeye başladı..

Son zamanlarda ise, bu yapılanma; “iktidar yanlısı”, “iktidar karşıtı” şeklinde, oldukça tehlikeli bir kutuplaşmaya ve ötekileştirmeye doğru dolu dizgin gider oldu… Kısacası; politikanın acımasızca ve de kuralsızca, amansız mücadele ettiği bir ortamda medya da dengesini kaybetti, yörüngesinden çıktı ve bazı amaçlara hizmet eder duruma geldi.

İnsanlar artık bu ötekileşmeden, değişimden yoğun etkilenir oldular. Gençlerden başlayarak toplumumuzda her yaşta çok öne çıkmaya başlayan olumsuz bir etkileşimin varlığını yansıtan bir fotoğrafa dönüştü.

Bir süre önce, neredeyse genel seçimlerle eş değer, hatta oradaki amansız rekabeti aratmayan bir “Yerel Yönetimler Seçimi” süreci yaşadık. Bu konunun yazılı basına yansımasının yanı sıra etkisini en yoğun şekilde gösterdiği yer ise televizyon yayınlarıdır.

Son zamanlarda ötekileştirmeye hizmet eder hale gelen televizyon yayınlarının toplum üzerindeki etkileri ve oluşturduğu “psikolojik travma” bilimsel olarak ivedilikle incelenmelidir..

Üniversitelerde, uzun yıllardır; televizyon, Yazılı Klasik Medya, Yeni Medya ve benzeri kitle iletişim yayınları konusunda yazılar yazan bir iletişim hocası olarak; işte bu nedenle “tehlikeli ötekileştirme” diye başlık atmıştım.