Suriye'de son beş yıldır tüm şiddetiyle devam eden iç savaş hakkında belki de en kritik soru ülkenin geleceğinin ne olacağı nasıl şekilleneceği.
Suriye’de son beş yıldır tüm şiddetiyle devam eden iç savaş hakkında belki de en kritik soru ülkenin geleceğinin ne olacağı nasıl şekilleneceği. Elbette, çatışmaların ne zaman ve ne şekilde sonlanacağı, toplumsal ve siyasal yapılanmanın hangi dinamiklerle sağlanacağı ve bölgesel etkilerinin neler olacağı gibi sorular da zihinlerde yer etmiş durumda.
Suriye meselesinin iç ve dış olarak sıralayabileceğimiz iki tür aktörü var: içeride, Baas partisi rejimi iktidarını ne pahasına olursa olsun koruma konusunda elinden geleni yapıyor, hatta Rusya’ya tümüyle teslim olmuş durumda. 2015’in yaz aylarında rejimin sonunun geldiğine inanıldığı bir dönemde, Rusya sürpriz bir hareketle fiilen savaşa dahil oldu. O tarihten beri, hava bombardımanlarıyla rejimin ‘terörist’ olarak tanımladığı unsurlar karşısında ciddi kazanımlar elde edildi. Rejim birlikleri, karadan Lübnan Hizbullahı ve İran özel harekat kuvvetleri desteği; havadan Rus savaş uçaklarının bombardımanı yardımıyla uzun süredir giremediği bölgelerde kontrolü yeniden sağladı.
Rusya ama özellikle Putin için ise Suriye bir ‘prestij projesi’dir. Suriye’de fiilen müdahil olmasından beri Rusya’nın başını uluslararası alanda uzun süredir ağrıtan Ukrayna meselesi, Şubat 2014’te Kırımın ilhakı, Temmuz 2014’te düşürülen MH17 Malezya uçağını vuran füzenin Rusya’dan getirildiği, daha da önemlisi muhaliflerin susturulması gibi konular artık pek konuşulmaz oldu.
Özgür Suriye Ordusu ise karadan havaya kullanabileceği hiçbir silahı olmadığından kayıplarını en aza indirgemeye çalışıyor. Aralarında Cebhet Nusra, Ahraruş Şam, Ceyşul İslam gibi örgütleri de sayabileceğimiz onlarca muhalif gurup da aynı kaderi paylaşıyor, etkinlikleri giderek azalıyor. Etkisini Suriye’nin kuzey bölgelerinde yayarak genişleyen ve Türkiye’nin ulusal tehdit algısında birinci sıraya oturan örgüt ise PYD-YPG. Uluslararası camia Türkiye’nin bu konudaki uyarılarını şimdilik dikkate almıyor. DAİŞ, Suriye’de 2011 yılından beri oluşturduğu etkinliğini, operasyonel gücünü korumaya devam ediyor. Başkent ilan ettikleri Suriye’nin kuzey doğusundaki Rakka eyaleti hala örgütün yönetiminde, Irak’ın önemli merkezleri hala kontrollerinde.
Dış güçlerin elbette en büyük aktörü Amerika Birleşik Devletleri. Yaklaşan seçimler, Obama hükümetinin bu süreci olabildiğince sorundan uzak geçirmek istediğinin işaretlerini güçlü bir şekilde veriyor. AB ülkeleri ise mülteciler sorununa tamamıyla odaklanmış durumda. Kendi başkentlerinde gerçekleşebilecek terör eylemleri endişesi yüzenden Suriye konusunda fazla ön plana çıkmamaya çalışıyorlar.
Bir diğer önemli soru da Amerika’daki seçim sonuçlarının bölgeye ne tür etkileri olacağı: Donald Trump NBC News’a verdiği mülakatta bu sorunun yanıtını verdi aslında, Trump’a göre “Kaddafi ve Saddam Hüseyin hala iktidarda olsaydı ve Esed daha güçlü durumda bulunsaydı, Ortadoğu daha istikrarlı olurdu”. Hillary Clinton ise DAİŞ ile mücadelede üç maddeli bir plan açıkladı, buna göre “1- DAİŞ’i kendi yuvasında ezip bitirmeliyiz, 2- terörün alt yapısını her alanda bozup dağıtmalıyız, 3- Amerika ve müttefiklerini korumalıyız”.
Her iki açıklama aslında az ve öz olmasına rağmen çok ifade ediyor – Trump’un DAİŞ ile mücadele konusunda hiçbir fikri yok. Hillary Clinton Obama’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine iki yıl önce sunduğu planı tekrar ederek, DAİŞ ile mücadele konusunda hala net bir fikirlerinin olmadığını teyid ediyor. Yani, her ikisi de realiteden uzak, bölgesel dinamiklerden habersiz.