Yenilenecek olan İstanbul seçimi, partilerin ve liderlerin seçmen davranışını etkileme yarışına sahne oluyor. Caddelerde afişler, sosyal medya beyanları, televizyonlardaki tartışmalar, basın açıklamaları, mitingler… Yöntemler farklı olsa da amaç aynı. Seçmenin karar verme sürecini ve tercihini etkilemek.

Yönetmeye aday olanlar, seçmenleri kendi saflarına çekmek amacıyla yoğun bir uğraş içinde. Yönetilenler ise kendisini temsil yetkisini vereceği lideri ve partiyi tercih etmenin kararını verme sürecinde. Bu karşılıklı bir etkileşimdir. Böylece seçmen, demokrasinin gereği olarak verdiği kararla kamu yönetimi politikalarının belirlenmesini sağlamış olur.

Seçimin Türkiye’yi temsil kabiliyeti olan İstanbul’da yapılması ve iki ittifakın birbirine çok yakın orana sahip olması, partileri ve liderleri, siyasetin geleneksel kemik taban kitlelerinden çok kararsız seçmenin davranışını etkilemeye yöneltiyor.

Düşünce - Tutum - İnanç

Acaba kararsız yahut kafası karışık seçmenin, tercih davranışı nasıl şekillenir? Davranışlarımız, üç temel süzgeçten geçerek gerçekleşir. Düşüncelerimiz, tutumlarımız ve inancımız. Konu şehrin eminini belirlemeye yönelik seçmen davranışı olunca bu süzgeçleri etkileyen değişkenler de çoğalır ve çeşitlenir.

Seçmen olarak düşüncelerimizi etkileyen değişkenler arasında, parti ve liderin kimliği, objektif ve somut söylemler, projeler, vaatler ve ekonomik veriler öne çıkar. Bu, kaynağını aklımızdan alan tamamen mantık odaklı değerlendirme aşamasıdır. Dolayısıyla bu değişkenler, tercih davranışımızın, sebep sonuç ilişkilerine dayanan düşünsel hazırlık sürecinde etkili olur. Bu sürecin sonunda tercihimize kaynaklık edecek düşüncelerimiz daha da netleşir ve ikinci süzgece geçeriz.

Bu defa parti ve lidere yönelik tutumlarımızı etkileyen değişkenler sahneye çıkar. Davranışın ön eğilimi olarak bilinen tutum, bir kişi, olgu ya da olaya yönelik öngörülerimiz, yargılarımız, değerlendirmelerimiz ve zamanla oluşan taraftarlığımızdır. Parti ve lidere yönelik politik değerlendirmemiz, onlara yönelik olumlu ya da olumsuz yaşantılarımız, ideolojik bağlılığımız, yetişme biçimimiz, geçmiş anılarımız bir araya gelerek tercih konusuna yönelik tutumumuzu netleştirir.

Tercih sürecinin sonunda belki de en belirleyici süzgeç inanç aşamasıdır. Aklımızla onayladığımız, geçmiş yaşantılarımızla yakın ve olumlu tutum geliştirdiğimiz parti ya da lidere ne kadar inanıyoruz?

Bu süzgeçte partiden ziyade lider ile kurulan duygusal ilişki, ona bağlılık, güven ve itimat öne çıkar. Bu aşamada duygusal ve psikolojik faktörler devreye girer ve çoğunlukla da kararda belirleyici olur. Aklımızın tamam dediği, geçmişten beri tarafı olduğumuz bir tercih, liderin; samimiyet, adalet, güven, insani değerler gibi temel erdemleriyle destekleniyorsa tercih, aynı yönde davranışa dönüşür. Ancak lider; söz konusu temel erdemler konusunda arzu edilen algıyı oluşturamamış, kendisini anlatamamış, seçmenin zihninde olumlu bir iz bırakamamış, seçmeni duygu olarak kendine bağlayamamış ise seçmen, yerleşik düşünce ve tutumlarının dışına çıkabilir.

Samimiyet

Burada dikkat çekmek istediğimiz önemli nokta şu ki; seçmenin, lidere ya da özellikle partiye aşırı ideolojik bağlılığı yahut bağımlılığı, karar sürecindeki düşünce, tutum ve inanç süzgeçlerinin önüne geçebilir, onları tıkayabilir.

Araştırmalar, dünyada ve ülkemizde seçmenin özellikle liderin içten olmayan, gönülden gelmeyen yapay davranışları konusunda hassas olduğunu ve bunu çok iyi görebildiğini ortaya koymuştur. Liderin; gerçekten samimi olması, işine odaklanması, inandırıcı olması, geçmişi ile ortaya bir değer koymuş olması, başarılı olması, dürüst olması ve hizmetkâr olmaya aday olması, seçmenin tercihini belirlemektedir. Bunun için çok özel bir çalışmaya da gerek yoktur. Tek kelimeyle gerçek bir samimiyet yeterlidir.

Unutulmamalıdır ki liderin; benlik takıntısına girmeden toplumu temsil etme kapasitesi, toplumun ortak üst değerlerine ve çıkarlarına duyarlılığı, seçmenin liderle duygusal bağ kurmasını ve samimiyeti algılamasını sağlayan önemli bir değişkendir.