Hayat bir seçim sürecidir. Hiçbir seçim de bir son değildir. Günlük hayatımız; bazen büyük ve uzun süreli, bazen küçük ve kısa süreli sayısız tercihle geçer. Tercihlerimizin birikimiyle ilmek ilmek dokuduğumuz hayatımızı, bir halı misali kendi nakışlarımızla süsleriz.
Saat kaçta kalkacağız? Ne giyeceğiz? Ne yiyeceğiz? İşe hangi yoldan gideceğiz? Hangi vasıtayı kullanacağız? Kiminle arkadaş olacağız? Hangi renk önceliğimiz olacak? Hangi lideri seçeceğiz? Ya da okul, meslek ve eş seçimi gibi çok önemli tercihlerimizi nasıl şekillendireceğiz?
Bir de seçemediklerimiz var. Doğum yerimiz, cinsiyetimiz, annemiz, babamız, kardeşlerimiz, ten rengimiz, boyumuz… Kısacası hayat, tercih ettiklerimizle tercih edemediklerimiz arasındaki dengeden ibaret.
Doğuştan gelen, zaten sahip olduğumuz özellikler; sorumluluğumuzun dışında, dahlimiz olmayan zorunlu tercihler. Diğerleri günlük yaşamın gerektirdiği ve sorumluluğumuzdaki tercihler. Bazı tercihlerimizin sonuçları sadece bizi ilgilendirirken bir kısmının sonuçları ötekileri de ilgilendirir ve sorumluluğu daha yüksektir.
SEÇMEN DAVRANIŞI
Sosyal yaşamın yüklediği ve ötekileri de ilgilendiren bir karar sorumluluğu da demokrasinin gereği kullandığımız oylarla yaptığımız tercihlerdir. Beldeleri, şehirleri ve ülkeyi yönetecek kişi ya da partileri tercih sürecindeki seçmen davranışının; seçme ve seçilme hakkımızı kullanmanın ötesinde anlamı, sorumluluğu ve sonuçları vardır.
Siyasal tercih, sosyal bir varlık olan insanın diğerleriyle birlikte yaşamasının sonucudur. Böylece bireylerin tercihleri sadece kendilerini değil toplumu da etkiler. Bunun içindir ki; bireylerin siyasal tercihlerinde sadece kendi geleceklerini değil, devletin ortak geleceğini ve çıkarlarını da düşünmeleri elzemdir.
Seçmen davranışına ilişkin araştırmalar, tercih sürecinde ortaya çıkan önemli bir çatışmaya dikkat çekmektedir. “Bireyin kişisel isteği, beklentisi, çıkarı” ile bireyin içinde yer aldığı “devletin ortak isteği, beklentisi ve çıkarı” aynı noktada buluşmayabilir. Bu çatışma durumunda, seçmen tercihinin bireyden yana değil devletten yana olması, bireyin ve toplumun ruh sağlığı bakımından önemlidir. Sağlıklı birey-toplum ilişkisi bunu gerektirir.
Batı toplumlarda birey odaklı marjinal ideolojilerin giderek tercih edilmesi, söz konusu çatışmanın sonuçlarından biridir. Nitekim “bireyselcilik” akımlarının öne çıkması, toplumun ortak geleceğini tehlikeye atabilmektedir. Seçmen, kendisine maddi kazanım sağlayan dokunuşları, toplumun tamamına yönelik icraatların önünde algılama eğilimine girebilmektedir. Kişisel refah düzeyi, toplumun ortak refah düzeyinin önüne geçebilmektedir. Birey topluma, parça bütüne sığmakta zorlanabilmektedir.
Zira egemen güçlerin önemli bir hedefi, bireyi ve bireyselliği şahlandırarak toplumların ve devletlerin bütünlüğünü zayıflatmaktır. İbn-i Haldun’un vurguladığı gibi; bireysel isteklerin toplumsal isteklerin önüne geçmesi, bireye fayda sağlamadığı gibi toplumda “asabiye”nin yayılmasına neden olur.
Şu hâlde; irademizle yaptığımız irili ufaklı tercihlerin amaca uygun ve kaliteli olması için bu kararların, insanın normal gelişim seyrine, temel insani değerlere ve toplumsal bütünün çıkarlarına uygun olması elzemdir. Bu zaruret de kendimize yabancılaşmadan insanı ve toplumu bilmeye yönelik aktif bir çabayı gerektirir.
NİTELİKLİ ÜRETİM İÇİN ÇOK ÇALIŞMALIYIZ
İz bırakan filozofların, sağlıklı birey toplum ilişkisine ve insanın hakikatine dair temel görüşleri nettir. Tercihlerin merkezinde yer alan kavramları; Platon “erdem”, Aristo “akıl”, Farabi “kalp”, Descartes “düşünme”, Marx “emek”, Russel “iktidar”, Nietzsche “güç”, Freud “arzu”, Hegel “özgür irade” Gazali “mana” ifadeleriyle öne çıkarmıştır. İnsan, her biri hakikatin bir yönünü aydınlatan bu kavramların tam da ortasındadır ve tercihlerimiz bu gibi olgulardan etkilenir.
Bütün mesele; ferdin bireysel tercih hakkına saygı gösterilmesi yanında bu tercihin bütüne, yani ana sistem olan topluma ve devlete zarar vermemesidir. Bunun için de bireyi ve toplumu gözeten demokrasi bilincinin çocuk yaşlarda yerleşmesi önemlidir. İnsanın kendisi olabildiği yegâne kurum olan ailede, bireysel hak ve özgürlüklerin yanında “öteki”ne ve “toplumun bütünlüğü”ne olan saygının temelleri de atılmalıdır.
Seçmenin iradesiyle çıkan sonuca rıza göstermek; demokrasinin olmazsa olmazıdır. İnsanın ve toplumun doğasını, temel insani değerleri gözeterek yapılan tercih, toplumun yararınadır. Toplumun geleceği düşünülmeden, salt bireysel çıkarlara ve ön yargılara dayanan tercihlerse topluma ve devlete zarar verebilir.
Ülkemizin birçok seçimden sonra düştüğü yahut düşürüldüğü hatanın tekrar etmemesi önemlidir. Bütünün refahı göz ardı edilmemelidir. Unutmayalım ki; seçenlerin de seçilenlerin de bir kısmı bir sonraki seçimi göremeyecektir. Ancak bu toplum, bu devlet hayatını sürdürecek, seçmeye ve seçilmeye devam edecektir.
Seçenlerin; kişisel ideolojilerini ön yargılara ve takıntılara çevirmeden, toplumun temel çıkarlarını en önde algılayarak seçmeye devam etmesi mühimdir. Ayrıca yeniden ya da yeni seçilenlerin, adalet odaklı bir “hizmetkâr lider” duruşunu, sözün ötesinde davranışlarıyla sergilemeleri, bugünün ihtiyacı olan yeni bir söz söylemeleri hayatidir.
Elbette fertlerin sosyoekonomik refahları iyileşmelidir. Bu iyileşme yaşanırken toplum unutulmamalıdır. Bireylerin ihtiyaçları ile devletin ihtiyaçları çatışmamalıdır. Birey ve toplum ile devletin gündemi ayrışmamalıdır. Jeopolitik konumumuzu ve çevremizdeki yangınları görerek adım atmak, mevcutla yetinmeyip gelişme ihtiyacımıza süratle odaklanmak, temel kültürümüzden, adaletten ve bilimden ödün vermemek, çok çalışmak ve niteliği esas alarak üretmek zorundayız.