Fütüvvet'in kelime kökeni yiğit anlamına gelen Arapça fetâ kelimesidir.
Fütüvvet’in kelime kökeni yiğit anlamına gelen Arapça fetâ kelimesidir. Fetâ bir anlamda yiğit, fütüvvet ise yiğitlik demektir. Fütüvvet, kuvvet ve güç makamıdır, “fütüvvet, içinde zayıflık bulunmayan bir şeydir.” Yine İbn Arabî, Fusûsu’l-Hikem’de “Ârif bütün parçalarıyla Allah’ı bilen kişidir” buyuruyor. Yani iman arttıkça kul kalbi, aklı, nefsi ve bütün vücuduyla dostluğa şahâdet eder ve dost kesilir. Dost ise mümin, kâfir, iyi, kötü ayırmadan bütün yaratıklara hizmet eder ve adâleti sağlamaya çalışır. Ama adâletin kendinden geldiğini de kimseye hissettirmez. İbn Arabî Hazretleri’nin bu sözleri bize Harakânî Hazretleri’nin “Hak Teâlâ bana öyle bir fikir verdi ki onun bütün mahlûkâtını onda gördüm; onda kalıp durdum, gece gündüz onun meşguliyeti beni sardı, fikir basirete dönüştü, küstahlık muhabbete dönüştü, heybet ve vakara dönüştü. O fikirle onun birliğini kavradım ve öyle bir mertebeye ulaştım ki fikir hikmete dönüştü. Dosdoğru yola ve halka şefkat haline dönüştü. Onun halkına karşı kendimden daha şefkatlisini görmedim.” sözlerini hatırlatıyor.
Harakânî Hazretleri ise dostluk hakkında şöyle buyurur. Zamanı ve mekânı olmayan fütüvvet anlayışında yakînentanıdıǧım hakiki bir fetâ Sâmiha Ayverdi’dir ki; bu devirde fütüvvet olmaz diyenlere, yaşayan Kur’an olan hayâtı ile âdetâ cevap vermiştir. Annem Meşkûre Sargut “40 yıl mânâ yastığına beraber baş koyduk” dediği hocası Sâmiha Ayverdi’yi şöyle anlatıyor: “Umumun hayrına olan her türlü işleri yılmadan yerine getirmek ve cemiyeti tekâmüle sevketmek hususunda hiçbir aksama göstermeden gayret kuşağını beline dolayan hâlis insandır.” Allahu Azîmuşşan, Bakara Sûresi’nde bizlere, ahdinizde durun ki ben de ahdimde durayım, diyor. İşte dostluğun ve fütüvvetin en büyük özelliklerinden olan ahde vefâ göstermek, gayret etmekten başka birşey olabilir mi? Gerçek fetâ olan Hazreti Peygamber’in ahlâkıyla ahlâklanmadıkça, yaşayan fetâ olmanın mümkün olmadığı, büyüklerimiz tarafından bize gösterilmektedir.
Sâmiha Ayverdi’de çok bariz gözüken fütüvvet halleri belki hocası Kenan Rifâî Hazretleri’ne annesinin söylediği “İnsanları seveceksin, gönlün bitmez tükenmez bir hoşgörü, bağışlama ve sevgi hazinesiyle dolu olmalıdır. Ayrıca insanları sevmenin yanında bütün yaradılmışları da içinden gelen aynı bitmez tükenmez sevgiyle sevmelisin. İnsanları sevmenin yanında onlarla dost olmalı, onlara sempatik ve merhametli davranmalı, kendini onlar yerine koyarak, başarılarından sevinç duymalı, başarısızlıklarına da üzülmelisin. Onlarla kendini o şekilde birleştirmelisin ki, onların doğumlarına sevinmeli, ölümlerine de acı duymalısın” tevhid anlayışını yaşamasıyla oluşmuştur.
Sâmiha Ayverdi’nin tavrı, onun hayatının temelinin Allah inancı, inancın temelinin de ahlâk-ı Muhammedî olduğunu bilmesi ve yaşamasıdır. Her zaman şöyle dedi: Güzel ahlâkın kemal noktası yaratılanı sevmektir. Bu, temelde herkes tarafından bilinmesi gereken, yaradılmışların yaratandan ayrı olmadığı gerçeğidir. Bazıları yaratılmışları yaratandan ayrı görür. Diğerleri ise tamamen zıt görüştedir. Şanslı olan üçüncü sınıf ise, insanlarla konuştukları zaman Allah ile ilişkide olduklarının şuurundadırlar. Kısaca, Allah’ı seven bu sınıf, korku ve hüzün taşımazlar. Böylece de yaratılmışa karşı merhametli, sabırlı, affedici olur, sevgi ve muhabbetle davranırlar. Sâmiha Ayverdi, Son Menzil isimli kitabında kendi mânâsını şöyle anlatır. İçi tımar olmamış kimse, ister âlim, ister hakim, ister sanatkâr, ne kıyafette olursa olsun, kâmil değildir der. Sâmiha Anne’ye göre Cemâli görerek yapılan ibâdetle Allah’ın emriyle yapılan ibâdet arasında fark vardır.” der. O yaşama geçirdigi fütüvvet ahlâkını mürşidi Ken’an Rifâî’den öğrenmiştir. Ken’an Rifâî ve Sâmiha Ayverdi’de hak mefhumu ile sabır anlayışı ikiz olmuştur. Bu, dinsiz insanla dindar insanı birbirinden ayıran özelliktir. Dinsiz insan da kazâ ve kadere çâresiz boyun eğer fakat büyük bir sıkıntı içinde olur, sebep araştırır, mes’ûliyetleri başkasına atar ama sonu gelmez bir mücâdelededir ve mutlu olamaz. Dindar insanın ise Allah’ın verdiğinden memnun olma gibi bir kabiliyeti vardır. Sabır anlayışını şöyle târif eder hocam: Sabır pasif bir tahammül değil, Müslümanlığın etik derinliklerinden kopan aktif bir nurdur. Hocam Sâmiha Ayverdi’ye göre elim azap, en üzüntü veren azap Allah’tan uzak olmaktır. Allah’tan uzak olmak ise, gaflette olmak yani hâdiselerde Allah’ı görememek, göremeyince de sebep aramak, başkalarını suçlamak dolayısıyle de dâima huzursuzluk içinde olmaktır. Hâlbuki Allah’la olan yanmaz, ölmez, çürümez. Hocam şükür nedir sorusuna “Dille şükretmek tam şükür değildir. Çalışmak, ailesinin hizmetinde bulunmak, gözünle her yerde Allah’ın azametini seyretmektir.” der. Hocama göre fütüvvet ehlinin diğer bir özelliği, halkı memnun etmek için değil, Hakk’ı memnun etmek için çalışmaktır. Kalp temizliğinin maddî temizlikten çok daha önemli olduğuna inanır. O kusur görücü gözünü kör etmiş ve bedduâyı sevmezlerdi.
Necip Fazıl “Sâmiha Ayverdi’nin satırlarında cins istidatlara ait soylu çilenin bütün izlerini gördüm. Açık göz ve günübirlik şöhret avcılarının dâima kolaya kaçan gözalıcı ve alâka çekici âdi hokkabazlıklarına karşılık onda derin bir metafizik anlayışı, mâvera hummâsı, eşyâ ve hâdiselerin düğümünü ruhta ve eserlerin sahibinde arayan hakiki insan hamlesi, kaleminin dokumalarındaki mihrâbı şekillendiriyordu.” der.
Ne mutlu Onlar gibi fütüvvet sahibi olanlara!..