Cevapları birbirini destekleyen bu sorular üzerinde duralım biraz.
Bütün hücrelerimizle köy hayatını solumaya çalışırken derin düşünceler sarıyor benliğimizi. Zihnimize düşen sorulardan anlıyoruz ki bilinci destekleyen akletme melekesi daha hızlı çalışıyor doğal ortamda. Ve insanların ortak geçmişlerine dair soruların ardı arkası kesilmiyor.
Cevapları birbirini destekleyen bu sorular üzerinde duralım biraz. Acaba başka imkanları olduğu halde insanlar, küçücük köylerine neden akın ediyor? Şehir hayatının alışılmış konforunun dışındaki köy hayatı neden keyif veriyor? Temmuz ortasında yağan ceviz büyüklüğündeki doluya köylünün gösterdiği metanetin kaynağı nedir?
Büyük şehirden kısa süreliğine köye gelenlerin, köylülerle etkileşimlerini gözlediğimizde klasik psikoloji kitaplarındaki insan ilişkileri dinamiğinin kök nedenlerini yeniden hatırlıyoruz. Köyde doğan ama ayrılarak büyük şehirlere gidenlerin ya da onların çocuklarının halen köyde yaşayanlarla muhabbet dolu ilişkilerinin en önemli kaynağı ortak geçmişleridir.
Köyün kıraathanesindeki yahut köy odalarındaki derin muhabbetin kaynağı, insanların ortak hafızası, ortak yaşantıları ve ortak geçmişleridir. Bu ortak geçmişin oluşturduğu değerler manzumesi, insanları buluşturan yegâne bağları oluşturuyor. Öylesine güçlü ki bu bağlar, insanlar birbirleriyle şehir yaşamında rastlamakta zorlandığımız samimi, içten ve katıksız bir birlikteliği sergiliyor. Sadece insan olmanın yeterli olduğu bir ilişki zeminini yakalamak insanı gerçekten mutlu ediyor.
Köydeki etkileşim ve diyalogların ana gündemi; siyaset, ekonomi, sanal dünya gibi gündelik konular değil. Gündem; yıllarca önce buralarda olup bitenler, yaşanan doğal olaylar, hep birlikte verilen kurtuluş mücadelesi, köyde ve çevrede yaşananlar üzerine yakılan ve dilden dile söylenen türküler… Eski ve mevcut köylülerin şaka yollu takışmaları, mizah derinlikleri ve bu diyaloglar sırasındaki samimi davranışlarına şahit oluyoruz. Çünkü birey diğer insanlar üzerinden kendi geçmişiyle buluşur, kendisini bilme yolculuğunda mesafe alır ve kendisi olmaya yaklaşır.
KOLLEKTİF BİLİNÇALTI
Antik Yunandan bu yana filozofların dile getirdiği, felsefe, tarih ve sosyoloji bilimlerinin üzerinde durduğu ve Freud’un çalışmalarıyla psikolojide kavramsal bir çerçeveye oturtulan ortak bilinçaltı kavramı, insanın kendi geçmişine olan muhabbetinin nedenini sergiliyor. İnsanoğlunun yaşamında bir biçimde var olan inanç sistemlerinde de ortak geçmişin, bugün gibi geleceği de şekillendirdiği vurgulanmıştır.
Bilinç; insanın zihinsel süreçleriyle kendi iç dünyasından ve dış dünyadan edindiği birikimin tamamı olarak değerlendirilebilir. Bu birikimin oluşmasında; zihinsel potansiyelimiz, temel kişilik özelliklerimiz, duygularımız, algılarımız, inançlarımız ve sezgilerimiz belirleyici rol oynar. Bilinç, bireyin kendisi ve kendisi dışındaki dünya hakkında bir farkında oluş sürecidir diyebiliriz. Ve bu süreç, her insanın kendi yetenekleri ve kişisel yapısına yani kabına göre dolar ve şekillenir.
Bir buz dağının görünen ve görünmeyen kısımlarına benzettiği bilinç (Conscious) ve bilinçaltı (Unconscious) kavramlarını Freud, davranışları etkileyen ana yapı olarak tarif etmiştir.
Analitik psikolojinin kurucusu ve Freud’un öğrencisi Jung; bilinç ve bilinçdışı kavramlarından hareketle insanın kendi dürtüsel isteklerinin yer aldığı kişisel bilinçaltı ve insanlık ailesine ait ortak birikimin ve geçmiş yaşantıların oluşturduğu kollektif bilinçaltını ele almıştır.
Kişisel bilincimiz ve kişisel bilinçaltımız, bedenimizin maddi istekleriyle ilgilidir. Toplum tarafından kabul gören bedensel isteklerimiz kişisel bilinç düzeyinde, toplumun uygun görmediği dürtüsel isteklerimiz ise kişisel bilinçaltında bastırılmış şekilde yer alır. İçinde yer aldığımız aile, köy, memleket ve toplumun ortak geçmiş tecrübelerine, sembollerine, değerlerine yönelik ruhsal beklenti ve istekler de kollektif bilinç ve kollektif bilinçaltında yer alır.
VEREN DE ALAN DA O
Günümüzde kişisel bilinç ve bilinçaltımızın hızla genişleyen alanı, kollektif bilinç ve bilinçaltı alanımızı daraltıyor. Dolayısıyla insanının kişisel istek ve maddi arzuları giderek çoğalıp genişlerken ruhunun derinliklerinden gelen anlam arayışı azalıp daralmaktadır. Kişisel bilinçaltında yer alan bedensel dürtülerin, düşünce ve davranışlarımız üzerindeki etkisi artarken kollektif bilinçaltında yer alan ruhsal arzuların düşünce ve davranışlarımız üzerindeki etkisi azalıyor.
İşte bu tablo psikolojik dengemizi bozuyor. Çünkü insan, içine doğduğu sosyal sistemin ortak değerlerinden, yaşam biçiminden, kültüründen, geleneğinden, inanç sisteminden uzaklaştıkça ruhsal tatmin azalır. Anlam arayışı zayıflar. Bunun içindir ki farklı seçeneklerimiz olmasına rağmen her fırsatta kendi köyümüze, memleketimize gitmek isteriz. Yöremizin melodisini dinlemek, geçmişimize dönmek ve köklerimizle buluşmak isteriz. Böylece kollektif bilinçaltımızdaki değerlerimizle yeniden buluşuruz.
Zira ortak değerler insanın; kimliğinin inşasını, farkındalığının oluşmasını, anlam arayışını ve ruhsal tatminini sağlayacak en önemli kaynaktır. Geçici hayata kuş bakışı bakabilecek ferasetin oluşması da ortak değerlere bağlanmanın sonucudur. Böylece beş duyumuzla algıladığımız görünen gerçek maddi dünyamızla ruhsal idrakle algıladığımız görünmeyen sezgisel dünyamız birbirini tamamlar.
Temmuz ortasında yağan ve ekinlere büyük zarar veren ceviz büyüklüğündeki doluyu konuştuğumuz köylümüzün sözü ile bitirelim: “Hocam ekinleri veren de alan da O. Hakkımızda hayırlısı.”