Aktaracağımız kısa hikâye, psikolojimizin hassas dengesini ortaya koyan şaşırtıcı bir örnektir.
Güzel giyimli, hayatından memnun, neşeli, 60 yaşlarında, uzun ve temiz sakalları olan bir adam; her gün arkadaşlarıyla sohbet ederdi. Keyifli sohbetlerin konusu genellikle insanın hayatı, bilimsel gelişmeler ile dini konulardı. Çevresindekiler, çok okumuş ve gezmiş adamın sohbetlerine hayrandı. Sohbete katılan bir genç, adamın; sakalını, hitabını ve güler yüzünü çok sevdi. Bir gün farklı bir soru sordu genç: “Bu güzel sakalınızı gece yatarken yorganın altına mı yoksa üstüne mi koyuyorsunuz?” Acaba sakalınız olmazsa konuşmalarınız bu kadar etkili olur mu?” Adam, ne diyeceğini bilememenin şaşkınlığı ile “Bunu hiç düşünmemiştim, ileride yeniden konuşalım” dedi.
Adam, günlerce yatarken nasıl yaptığına dikkat etmeye çalıştı, sakalını yorganın altına koydu olmadı, üstüne koydu uyuyamadı. İnsanlar benim görüntüme mi yoksa anlattıklarıma mı ilgi gösteriyorlar diye günlerce düşündü. Morali bozuldu, yüzü asıldı ve eskisi gibi sohbet edemedi. Çünkü aklını kendisi ve davranışlarına odaklamaktan normal yaşamı sıkıntıya girdi.
Öğreniyoruz Ama Değişmiyoruz
İnsanın kendisiyle ilgili gerekli bilgilere sahip olması, kendini bilmesi, okuyabilmesi ve nihayet varlık âleminin küçük bir numunesi olarak kendi farkındalığına sahip olması arzu edilir. Ancak kendimizle ilgili ihtiyacımız olmayan bilgi ve farkındalıklar, yaşam dengemizi bozabiliyor. Otomatikleşen kimi davranışlarımızı sorgulamak ille de öğrenmeye çalışmak, kendiliğinden gerçekleşen davranışlarımızın tökezlemesine yol açabiliyor.
Acaba derinlikler psikolojisinin ayrıntılarını, zihin yapımızın işleyişini bilmeye ne kadar ihtiyacımız var? Nitekim ruh yapımızla ilgili gereksiz bilgi, kendimizi anlamak değil kendimize takılmaya ve sakalına takılan adam gibi dengemiz bozmaya neden olabiliyor. Bunun içindir ki ihtiyaç halinde uygulanan zekâ ve kişilik testlerinin sonuçlarının tamamı değil gerektiği kadarı kişiye aktarılır.
Öğrenme; salt zihinsel bilgi, düşünce ve söylemde kalıyor da davranışa dönüşmüyorsa gereksiz yük olabiliyor. Asıl hedef, öğrendiklerimizin; düşünce, tutum daha de önemlisi davranışlarımızı etkilemesidir.
Bilgi çağının neden olduğu insani değersizlik, insana ilginin artmasını yol açmıştır. Ancak insana yönelme onunla ilgili derinlemesine maddi bilgi edinmenin ötesine geçemiyor. Sosyal medyada, çeşitli bilim dallarının ilişkin kitap ve dergilerde, özellikle canlı yayın TV programlarında insan, en çok ele alınan konu. İnsanın; norofizyolojik yapısı, beyninin fonksiyonları ve işleyiş kuralları, davranışlarımızın arkasındaki duygusal ve zihinsel belirleyiciler, rüyaların arka planı, insanın inanç derinlikleri, öğrenme zekâ ilişkisi, zekânın çeşitleri, toplumsal ahlakın önemi ve bireyin yaşamındaki etkisi, evren algımızın mantık ve mistik kökenleri gibi konular, derinlemesine yazılıyor, saatlerce tartışılıyor.
Ancak bir özeleştiri olarak dile getirmek zorundayız ki dinliyor ve etkileniyoruz ama aynı kalmaya devam ediyoruz maalesef. Yitirmeye başladığımız insani değerleri, insana dair maddi bilgilerde derinleşerek çözebileceğimizi zannediyoruz. Öğreniyoruz ama hayatımıza aktaramıyoruz.
Bağlamından Kopmuş Sözler
İnsanın psikolojisiyle ilgili ansiklopedik bilgileri, ileri ruh araştırmalarının sonuçlarını bir yarış edasıyla sloganlaştırarak öğreniyor, tartışıyor, kişisel gelişim oturumlarına koşuyoruz. Hızımızı alamayıp öğrendiklerimizi kutsal kitap alıntıları ve filozofların sözleriyle süslüyoruz. Sosyal medyada güzel sözler, görüntüler yayınlıyoruz. Ama bağlamından kopmuş çoğu sözler, sözde kalıyor ve günlük davranış kusurlarımıza ısrarla devam ediyoruz.
Bugün dünyada ileri beyin fonksiyonlarını, ahlakın değerini, inancın önemini, doğal yaşamayı, mazlumların hakkını, dünyadaki açlığı, tükenen doğal kaynakları, iletişimsizliği durmadan tartışıyoruz. Tartışıyoruz da aynı zamanda yapay gıdalarla beynimizi tehdit etmeye, giderek artan mazlumlara ve açlara seyirci kalmaya, yapay bir hayatı yaşamaya, trafik kurallarını çiğnemeye, evde birbirimizle konuşmamaya, iş ortamında türlü ahlaki sorunların kaynağı olmaya da devam ediyoruz.
Bilginin hızla arttığı bir zamanda gerekli olmayan bilgilerin, zihnimizi işgal etmesine izin vermemek önemlidir. Amaç göstermelik malumatların peşinde koşmak değil, kendisinden razı olunan bir insan olmak için öncelikle toplumsal yaşam kurallarını içselleştirmek, bilimi, temel ahlak, inanç ve insani değerleri hayatımızın odağına koymaktır. Bilmek ve başarılı olmaktan önce yapmaya ve değerli olmaya yönelmeliyiz. Ruha yolculuk için maddi bilgilerin üstüne çıkmalıyız.