Nobel ödülünü tartışıyorduk. En son Nordhaus'da kalmıştık. Nordhaus uzun dönemli büyüme ile atmosferdeki karbon salınımı arasındaki ilişkiyi araştırmıştır.
Malum, büyümek için daha fazla üretmek, daha fazla üretmek için daha fazla enerji tüketmek gerekir. Bu ise hava kirliliğini, karbon salınımını arttırır. Nordhaus hem çevresel faktörlerin hem de iktisadi faktörlerin karşılıklı etkileşimini sınamak için entegre bir model kurdu: DICE. İsterseniz Kısaca açıklayalım.
DICE İngilizce adı olan (Dynamic Integrated Climate-Economy) ifadesindeki kelimelerin baş harflerinden oluşur ve Türkçe “Dinamik Bütünleşik İklim-Ekonomi modeli” anlamına gelir. 1977 yılında Nordhaus tarafından hazırlanan iki makale bu modelin temelini teşkil eder. Bu makalelerde Hocamız enerji arzı ve talebinin dünya ekonomisindeki büyüme ile ilişkisini doğrusal ve dinamik bir modelle açıklamaya çalışır. Dinamik olmasına ve karbon salınımı ile enerji tüketimi arasındaki ilişkiyi sorgulamasına rağmen, yine de, bu iki çalışma iklim değişimi üzerindeki iktisadi etkiyi açıklamaya çalışmaz. Daha sonra, 1991 tarihli bir çalışmasında Nordhaus, bir uzun dönem denge büyüme modeli çerçevesinde iklimdeki değişimin uzun dönemli trendi ile büyüme arasındaki ilişkiyi sorgular ki, bu çalışma DICE modelinin ana taslağını oluşturur.
DICE modeli, William Nordhaus tarafından geliştirilen ve bilgisayar temelli bir entegre tahmin ve değerlendirme modelidir. Bu model, iktisadi büyüme, karbon çevrimi ve iklim değişimi verilerini küresel ölçekte bütünleştiren bir model olarak küresel ısınmayı önlemenin maliyet ve faydalarını ağırlaştırmaktadır. Nordhaus, daha sonra DICE modelinin küçültülmüş bir versiyonu olarak bölgesel büyüme ve bölgesel iklim değişimini modellediği RICE modelini de yayınlamıştır. Her iki model de hali hazırda Amerikan Devleti’nin çevre ile ilgili birimlerinde kullanılmaktadır.
Bu çalışmaların ana fikri şudur: Dünya ekonomisinde kapitalizmin küresel ölçekte yaygınlaşması, gelişmekte olan ülkelerde büyümeyi teşvik etmekle birlikte küresel ısınmayı da arttırmakta, bu ise küresel bir iklim felaketine giden yolu açmaktadır. Sürdürülebilir büyüme kavramı burada devreye girmektedir. Her ülke büyürken çevreye verdiği zararı da asgariye indirmeli, belki daha yavaş büyümeyi göze almalıdır. Bu yaklaşım bütün dünyada, ülkelerin enerji tüketimini sınırlandırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla karbon piyasaları kurulmuştur. Çevreci, liberal solcu, yeşilci bir sürü ne idüğü belirsiz örgüt pıtırak gibi çoğalmış, özellikle gelişmekte olan ülkelerde hem üretken yatırımları hem de altyapı ve enerji yatırımlarını engellemeye yönelik çalışma içine girmiştir. Bizde de Gezi Eylemleri sırasında bunun yansımasını gördük. Adamlar Gezi Parkı ile hiç alakası bulunmayan üçüncü köprü ve üçüncü havalimanını durdurmamız gerektiği yönünde talimat vermişlerdir! (Ne cüret ama değil mi?)
Şimdi düşünelim… Daha hızlı büyüme ihtiyacı içinde olan ülkeler hangileridir? Kişi başına geliri 10 bin ilâ 20 bin dolar arasında değişen, ülkeler merdiveninde daha yüksek basamaklara çıkmak isteyen, gelişmekte olan ülkeler. Bu ülkeler daha hızlı büyümek zorundadır, eğer beceremezlerse küresel kapitalizm tarafından yutulurlar. Pekiyi, gelişmiş ülkelerde durum nasıldır? Bu ülkeler, belli bir refah seviyesine ulaşmışlardır ve bunu korumaları yeterlidir. Kendi refahlarını korumak için daha hızlı büyümek değil ama ellerindeki teknolojik üstünlüğü korumak ve mümkünse enerji arzını kontrol etmek zorundadırlar. Bu ülkelerin başını da Kasabanın Şerifi’nin ülkesi ABD çekmektedir.
Dönelim kendi ülkemize… Türkiye, iç talep şişmesine dayalı 7-8 sene de bir döviz kriziyle sonuçlanan hormonlu büyümeye değil ama nitelikli ve yüksek teknolojili sanayi üretimi ile bugünkünden çok daha fazla enerji tüketimine ihtiyaç duymaktadır. Sayın Albayrak’ın enerji bakanlığı döneminde hem nükleer enerji santrallerinde önemli avantajlar elde edildi (aldığım kulis bilgilerine göre enerji santrali ihalelerinde Ruslar tarafından çok yüksek maliyetli olacak anlaşmaların revize edilmesi Sayın Bakan döneminde olmuştur, DMD), hem yerli enerji kaynağımız kömür üretimi ciddi oranda artırıldı. Yenilenebilir enerji kaynaklarında da önemli mesafeler kaydedildi ama bunlar yetmez. Enerji üretiminin teknolojisine de sahip olmalıyız. Kıbrıs açıklarındaki doğal gaz rezervlerindeki hakkımızı savunmalıyız. Bunların hepsi daha fazla büyümek, daha yüksek refah düzeylerine ulaşabilmek için, daha fazla enerji tüketmemiz gerektiğini vurgulamaktadır. Ben de temiz enerji kaynaklarının daha çok kullanılması taraftarıyım ancak Türkiye’nin şu anki imkânları ve dünyadaki mevcut teknoloji düzeyi ile analiz edildiğinde, bu tür romantik istekler gerçeklerin acı duvarına çarpmaktadır: Türkiye’nin nükleer enerji ile birlikte fosil yakıt tüketimini arttırması gerekir ama Nordhaus Hocamız, “Zinhar böyle yapmayın, küresel ısınma var, dünyanın felaketi yaklaşıyor!” demektedir. Ben de derim ki, “Hoca, sen ilk önce kendi devletine dön de bir sor: Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de Müslümanların başına attığınız bombaların, her sene yaptığınız nükleer silah denemelerinin, dünya okyanuslarında yüzdürdüğünüz nükleer uçak gemilerinin karbon salınımına katkısı ne kadar? Benim güzel ve yalnız ülkemdeki fabrikaların karbon salınımına katkısı ne kadar? İlk önce iğneyi kendinize batırın!”
Anlaşılacağı üzere, hem Romer hem de Nordhaus’a verilen bu ödülün arkasında sağlam bir siyasi ideoloji vardır ve bu ideoloji başta Çin olmak üzere bizim gibi ülkelerin gelişmesini ve büyümesini engellemek amacı gütmektedir. Bu ödülü veren kurumun dünyanın en ünlü silah tacirlerinden birinin vakfı tarafından yönetilmesi de ayrıca ironiktir. Ne dersiniz, Nordhaus DICE ve RICE modellerini dünya silah üreticilerinin ve emperyalist güçlerin savaşlar yolu ile karbon salınımına yaptığı katkıyı bulmak için kullansın mı? Sıkar…