Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Hafif yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
ANKARA
00:00:00
Akşam vaktine kalan
İSTANBUL
00:00:00
Akşam vaktine kalan
Ara

Çözülme sürecinde modern toplum I: Einstein, Keynes ve Asimov

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Son yıllarda Türkiye ve dünya, ardı ardına gelen siyasal, ekonomik ve kültürel sarsıntılarla bir tür istikrar kaybı yaşamaktadır. 19 Mart’ta başlayan siyasi gerginlik bunun son halkasıdır. Bunun öncesinde ise 2021 Eylül ayından bu yana ekonomi politikalarındaki yanlışların faturası nedeniyle eşitsiz gelir dağılımı ve hayat pahalılığı ile karşı karşıya bulunmakta. Bunların temelinde de bütün dünyada etkin olmuş olan pandemi süreci yer almakta. Daha geriye gidersek 2018 Krizi, 15 Temmuz 2016 darbesi, 2012 - 14 arası birinci Çözüm Süreci, 2000’li yıllarda Arap baharları, Turuncu Devrimler, 2008 Krizi… İslam ülkelerinde emperyalist devletlerin güç ve yeniden düzenleme savaşları, yıkılan devletler, kitlesel dış göç… Bütün bunlara tepki olarak bütün dünyada yükselen palyaço kılıklı popülist sağ siyaset… Görülen o ki, Soğuk Savaş sonrası dengelerini yitiren dünya, teknolojik paradigma değişiminin etkisi ile son 25 yıldır sürekli istikrarsızlık ve kaos üreten bir kılığa bürünmüş. Bugün sizlerle farklı disiplinlerden gelen üç düşünür ve bilim insanının bakış açısından olayları ele almak istiyorum. Modern makro iktisadın kurucusu John Maynard Keynes, modern fiziğin temellerini atan Albert Einstein ve kendisi bir kimya profesörü olmasına rağmen bilimkurgu romanlarıyla daha çok tanınan Isaac Asimov. Keynes ve Einstein yıkımın eşiğinden dönmüş bir dünyada kendi alanlarında bilimsel bakış açısına büyük yenilikler getirmiş iki kişidir. Onların yöntem ve bilimsel olgulara yaklaşım tarzı birbirine çok benzemektedir. Nitekim 21 Nisan 2017 bu köşede yayınlanan “EİNSTEİN, KEYNES VE SÜRÜ PSİKOLOJİSİ” adlı bir yazımda bu benzerliğe atıfta bulunmuştum. 

(https://www.gazetebirlik.com/kose-yazisi/4931/einstein-keynes-ve-suru-psikolojisi) Dileyen o yazıyı gazetemiz arşivinden alıp okuyabilir. Benzeri şekilde – bir kimyacı olmasına rağmen- toplumsal bilimlerle ilgili ufuk açıcı görüşlerini romanlarda işleyen Asimov’un toplumsal çöküşün sebepleri ile söyledikleri de çok düşündürücüdür. Bu anlamda ilk önce size -diğerlerine göre daha az bilinen- Asimov’u ve eserini tanıtacağım. Daha sonra Keynes ve Einstein’ın küçük birimlerin öngörülemezliği ama kitlelerin öngörülebilirliği ve yönlendirilebilirliği üzerindeki görüşlerini anlatacağım. Son olarak, elimizdeki bilimsel bilgiyle ne yapabileceğimizin sınırını çizmeye çalışacağım. 

ASIMOV VE PSIKO TARİH 

Bilimkurgu edebiyatının en parlak zekâlarından biri olan Isaac Asimov, yalnızca hayal gücünün değil aynı zamanda bilimsel kavrayışın da dâhilerindendir. Kimya doktoru, bilim tarihçisi, popüler bilim yazarı ve elbette roman ustası olarak Asimov, hem edebi hem de bilimsel dünyada iz bırakmış bir isimdir. Kaleme aldığı üç büyük seri —Robotlar, İmparatorluk ve Vakıf— yalnızca birer kurgu değil, insanlık tarihine, teknolojinin evrimine ve kolektif aklın sınırlarına dair felsefi ve sosyolojik yorumlardır. Onun eserleri, özellikle Vakıf Serisi, matematiğin, sosyolojinin ve tarihin iç içe geçtiği büyük bir entelektüel yapıttır. Asimov’un en büyük mahareti, bilimsel varsayımları edebi bir zemine taşıyıp, okuyucusuna yalnızca gelecek değil aynı zamanda şimdi üzerine de düşündürmesidir.

 Vakıf Serisi, galaksinin dört yüz milyar gezegenlik dev bir İmparatorluğun çöküş sürecine girdiği bir gelecekte başlar. Siyasi yozlaşma, kültürel tükenmişlik ve bilimsel ilerlemenin durması, bu uygarlığın tıpkı Roma gibi kaçınılmaz biçimde yıkılacağını haber verir. Ancak matematikçi ve tarihçi Dr. Hari Seldon, geliştirdiği psikotarîh adlı kuramla bu yıkımın ardından yaşanacak karanlık çağı kısaltmayı hedefler. Seldon’a göre galaktik çöküş kaçınılmazdır ama bu çöküşe hazırlanmak mümkündür. Böylece Galaksi'nin uzak ucunda bilim ve bilgelik merkezi olacak bir Vakıf kurulur. Bu Vakıf, görünüşte ansiklopedik bilgi toplayan bir kurul gibi görünse de, aslında Seldon’un öngörüleriyle şekillenen, çöküş sonrası yeniden doğuşun tohumlarını taşıyan stratejik bir projedir. Psikotarîh, bireylerin davranışlarını öngörmeyi değil; çok büyük kitlelerin davranışlarını olasılık yasalarıyla modellemeyi amaçlayan bir bilimdir. 

Hari Seldon’un bu kuramı, birkaç temel varsayıma dayanır: Yeterince büyük bir nüfusun olması, bireysel sapmaların istatistiksel olarak önemsizleşmesi ve toplumun, kuramın öngörülerinden haberdar olmaması. Bu yaklaşım, modern dünyada büyük veri analizleri, sosyal davranış modellemeleri, ajan tabanlı simülasyonlar ve hatta algoritmik öngörü sistemleri ile ciddi benzerlikler taşır. Bugün Google aramalarıyla ekonomik kriz tahminleri yapılabilmekte, sosyal medya duygu analizleriyle toplumsal gerilimler ölçülebilmektedir. Asimov’un bir kurguda hayal ettiği psikotarih, artık veri bilimi, istatistiksel fizik ve sosyal teori birleşiminde sınırlarını zorladığımız bir bilimsel gerçeklik haline gelmiştir. Bugünkü dünya Asimov’un roman serisindeki Galaktik İmparatorluk ve onun toplumunun çözülme sürecine çok benzeyen bir süreç içinde… Doğal olarak belirsizlik ve kaos almış başını gidiyor. Pekiyi Keynes ve Einstein’ın belirsizlik temelli görüşleri nelerdi? Devam edelim… 

TERMODİNAMİĞİN İKİNCİ KANUNU KEYNES VE EINSTEIN 

İstatistiksel mekaniğin kurucuları Maxwell ve Boltzmann, klasik fizikteki kesinlik anlayışına karşı yeni bir bakış açısı geliştirmişlerdir. Onlara göre, bir gazı oluşturan moleküllerin her birinin konumu ve hızı deterministik olarak izlenemez; ancak milyarlarca molekülden oluşan bir gaz kütlesinin ortalama davranışı —örneğin basıncı, sıcaklığı ya da hacmi— öngörülebilir kurallara tabidir. Bu yaklaşım, "Maxwell–Boltzmann dağılımı" ile moleküllerin hızlarının istatistiksel dağılımını belirlerken, aynı zamanda Termodinamiğin İkinci Yasası çerçevesinde entropi artışı üzerinden düzenin değil, düzensizliğin kaçınılmazlığını da ortaya koyar. Yani bireysel düzeyde rastlantısal olanın toplam düzeyde istikrar üretmesi mümkündür; bu da bilimin, bireyden bütüne geçişte olasılık kavramına yaslanması anlamına gelir. 

Keynes’in düşüncesi de tam bu noktada, fiziksel bilimlerdeki bu yeni paradigma ile örtüşen bir iktisadi dönüşümü temsil eder. Neo-Klasik kuram, bireylerin her zaman rasyonel davrandığını ve piyasanın tıpkı bir gaz kütlesi gibi mekanik ve dengeye yönelimli olduğunu varsayarken, Keynes bireysel kararların rasyonellikten çok psikolojik güdülerle —“animal spirits” dediği içsel dalgalanmalarla— alındığını vurgular. Yatırımcı, gelecekteki getiriler hakkında belirli ve hesaplanabilir bir bilgiye sahip değildir; tüketici de her zaman fayda maksimizasyonu yapmaz. Ancak makroekonomik düzeyde, bu dağınık ve öngörülemez kararlar belirli araçlarla (para ve maliye politikalarıyla) yönlendirilebilir. Bu anlamda Keynes, bireysel düzeyde irrasyonel ama toplumsal düzeyde müdahaleyle şekillendirilebilir bir ekonomi anlayışının öncüsüdür. Einstein ise zaman ve mekânın sabit ve mutlak kavramlar olduğu anlayışına karşı çıkarak, fiziksel gerçekliğin gözlemciye bağlı olduğunu ortaya koymuştur. 

Özel ve Genel Görelilik kuramlarıyla, evrende sabit bir referans çerçevesi olmadığını, ölçümün bağlamdan ayrılamayacağını ispatlamıştır. Bu, bilginin doğasına dair yeni bir anlayış sunar: hiçbir mutlak bakış açısı yoktur, her bilgi belirli bir koşulun ürünüdür. Bu durum, iktisatta Keynes’in belirsizlik kavramı ile birebir örtüşmektedir. Ekonomik kararlar da, tıpkı fiziksel ölçümler gibi, sabit değil değişken koşullar altında şekillenir. Hem Keynes hem de Einstein, modern dünyanın kesinlik ve mutlaklık arzusuna karşı, bilgi ve davranışın bağlamsallığını ve göreli doğasını merkeze almışlardır. Aslında her iki düşünür – bilim insanı da yıkılmanın eşiğinden dönmüş bir dünyanın yeniden kurulmasına kendi alanlarında katkıda bulunmuşlardır. Burada her ikisinin de altını çizdiği şey içinde bulunulan bilimsel paradigma, felsefi ve ahlaki yargılar, toplumsal ve siyasi düzenin mutlaklık içermediği, insanlığın her yıkılışın ardından daha bilinçli şekilde ayağa kalkabileceği imkânların bulunduğudur. Bu bağlamda içinde bulunduğumuz kaotik çağın iki teknoloji paradigması arasındaki geçiş fazını temsil ettiğini düşünürsek yeni, daha adil, daha özgür ve daha müreffeh bir dünyanın anahtarlarının bizim elimizde olduğunu da söyleyebiliriz. 

HER SELDON’A BİR DANEEL LAZIM 

Asimov’un romanlarındaki ana kahraman insan görünümlü bir robot / yapay zeka olan R. Daneel Olivaw’dır. Daneel Seldon’un yanında imparatorluk veziri Eto Demerzel kimliği ile yer almıştır. Teorisini geliştirmekte ve Vakıf’ın kurulmasında katkıları büyüktür. Hari Seldon’un psiko tarihi Keynes’in makro iktisadından daha kapsamlı ve daha geniş bir spektrumda geniş kitlelerin iktisadi ve toplumsal hareketlerini tahmin etmede ve geleceklerini yönlendirmede kullanılmaktaydı. Bugün bizim elimizde kurgusal Galaktik İmparatorluğa göre daha dar bir bilgi kümesi ve daha gelişme aşamasında olan bir sosyal bilim kuramı (iktisat, sosyoloji, sosyal psikoloji ve iletişim bilimleri aynı sosyal bilimin disiplinleridir, DMD) vardır. Ancak elimizde Asimov’un bile tahmin edemeyeceği hızda gelişen bir teknoloji ve onun ürünü yapay zekâ da vardır. Neden yapay zekâ bizim Daneel’imiz olmasın? Günümüzde yaşanmakta olan siyasi, ekonomik ve kültürel istikrarsızlıklar, yüzeydeki olaylardan ziyade daha derindeki yapısal dönüşümlerin işaretleridir. Bu dönüşüm, esasen bir teknolojik paradigma değişiminin sancılarından ibarettir. 

Yapay zekâ, biyoteknoloji, kuantum bilişim ve dijital iletişim gibi alanlarda yaşanan hızlı ilerlemeler, mevcut kurumsal yapılarla uyumsuzluk içinde büyümektedir. Bu geçiş fazı, Schumpeter’in yaratıcı yıkım kavramıyla açıklanabilecek şekilde, eski yapıları yıkarken yenilerine henüz tam bir istikrar kazandırmamıştır. Bu durum, bireylerin kimliklerinde, toplumların siyasi tercihlerinde ve ekonomik modellerde büyük bir dalgalanmaya neden olmaktadır. Ancak bu tür dönemler, tarihsel olarak yalnızca yıkım değil, aynı zamanda yenilenmenin de başlangıç noktası olmuştur. Bu bağlamda bilimsel bilgi, yalnızca gerçeği anlamak için değil, aynı zamanda toplumsal geçiş süreçlerini daha az acılı ve daha yönetilebilir hale getirmek için bir araç olabilir. 

Geçmişte ütopya olarak görülen pek çok şey —örneğin toplumların davranışlarını modellemek ya da geleceğe dair olasılık senaryoları üretmek— artık büyük veri, algoritmik modelleme ve sistem dinamikleri sayesinde mümkün hale gelmiştir. Ancak bu teknik kapasite, kendi başına yeterli değildir. Bilginin yönü, onu kullananların etik anlayışı ve tarihsel sezgisiyle belirlenir. Eğer bilim, sadece veriye değil aynı zamanda anlama da dayanırsa, kriz yalnızca bertaraf edilmekle kalmaz; yeni bir toplumsal bilinçle yeniden inşa sürecine dönüşebilir. Cumartesi günü bu konuya ağırlık vereceğim: Yeni bir dünya nasıl kurulabilir? Teknolojiyi bu amaç için nasıl kullanabiliriz? Görüşmek üzere…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *