Hızla şiddete yöneliyor insanlık.
Hızla şiddete yöneliyor insanlık. Ailede, trafikte, iş yerinde, toplumda, uluslararası ilişkilerde öfkemizi kontrol edemiyoruz. Şiddet görüntülerinden ders almak yerine şiddet sahnelerinden öğrendiklerimizi daha ileriye götürüyoruz. Kültürüne düşkün toplumumuzda bile gün geçmiyor ki çocuğa, kadına ve savunmasız insanlara kıyılmasın. Sokakta vurulan kadınlar, öğretmenlerinden şiddet gören öğrenciler, hasta yakınlarından şiddet gören sağlık çalışanları ve ihmaller eksilmiyor. Servislerde unutulan canların arkası kesilmiyor. Dünyada yurtlarından olmuş savaş mağdurları, ailelerini yitiren ve organları batılı ülkelerde pazarlanan kimsesiz çocuklar da eksilmiyor. UNICEF’e göre savaş mağduru çocuk sayısı 28 milyona ulaşmış.
Tehdit Olmadan Saldırı ve Öğrenilen Şiddet
Yönetmen J. Cohen’ın, acı çeken insanları izlemekten haz duyan katilin canlandırıldığı Doğuştan Katil filmi, giderek gerçeğe dönüşüyor sanki. Elbette insan doğuştan katil değildir. Ama kendini korumaya yönelik zihinsel ve bedensel savunma mekanizmaları vardır. Öfke, nefret, şiddet duyguları ve davranışlarının kaynağıdır bu. Evet, insan bir tehdit karşısında öfkelenebilir ve kendini korumak amacıyla şiddete başvurabilir. Ancak kolaylıkla çözülebilecek olaylarda bile hızla şiddete yönelmek, günümüz insanının temel sorunları arasına girmiştir. Dolayısıyla fiili bir saldırı, engellenme, yoksun kalma, tehdit ve benzeri şiddeti davet eden durumlar olmadığı halde, derin olumsuzluk duygularıyla şiddete yönelen günümüz insanı, belki de çok önemli bir kaybını haber veriyor.
Kimi insanların, temel kişilik yapıları ve yatkınlıkları bakımından saldırganlık eğilimine sahip olduklarını biliyoruz. Ancak bu yatkınlık, ana-baba-çocuk etkileşiminin yoğun olduğu ilk yıllardaki öğrenme ve sonraki çevre ile etkileşimin ve özellikle medya yoluyla öğrenilenlerin etkisiyle davranışa dönüşmektedir. Şu halde izlediğimiz, şahit olduğumuz ve öğrendiğimiz şiddet, içimizdeki şiddeti körüklüyor ve açığa çıkarıyor. Diğer bir ifade ile ister sanal ister gerçek olsun öğrenilmiş şiddet, her bireyde az ya da çok var olan ancak bastırılan saldırganlık potansiyelini harekete geçiriyor ve kendini kontrolü zayıflatıyor.
Taklit Edilen Kötülük
Kendini kontrol zayıflıyor çünkü sanal dünyanın aktörleri, ısrarla kötülüğün taklit edilmesine yöneliyorlar. Zira günümüzde, daha çok izlendiği gerekçesiyle medyada iyiliğin yerine kötülük, aydınlığın yerine karanlık, doğrunun yerine yalan, güzelin yerine çirkin tercih ediliyor. İyi değil kötü karakterler ve onların sözleri öne çıkıyor, ezberleniyor. Böylece iyilik değil, kötülük taklit edilmeye başlandı.
Tüm bunların bir sonucu olarak en büyük kaybımız şudur: Her geçen gün manadan biraz daha uzaklaşıyoruz. Mana azalınca insan da azalıyor. Yeryüzünde zaten bir anlam arayışı içinde olan insan, her geçen gün artan öğrenilmiş şiddet ile başta kendisi olmak üzere çevresini, eşyayı ve canlıyı kolayca incitici davranışlara yöneliyor. Çünkü iç dünyasındaki insani boşluk, her geçen gün çoğalıyor. Maddi dünyanın renkli ve sanal düzeninin bir parçası olmaktan kendisi olmaya zamanı kalmıyor ve iç iletişimi zayıflayıp insani değerlerden hızla uzaklaşıyor. Böylece madde ve mananın bütünlüğünü yitirerek yeryüzündeki varlık amacından giderek uzaklaşan insan, şiddet odaklı bir toplumsal dönüşümün girdabına kapılıyor.
Çözüm bellidir ama basit değildir. Madde ile manayı bir bütün görmek, gönlümüzün diliyle konuşmayı unutmamak durumundayız. Birey ve toplumun temel kişilik, kültür ve ahlak değerlerinin canlı tutulması elzemdir. Kişi ve toplum, bir bitki misali, öncelikle kendi yetiştiği topraktan ve köklerinden beslenmelidir. Başka biri olma çabasından önce kendisi olabilmeli, kendisini kendinde bulabilmelidir. Bir arayışı olacaksa ki olmalıdır, bu arayış daha iyi olma, üretme, teknoloji ve gelişme alanında olmalıdır.
Değerleri ve kültürüyle kavgalı olan kişi ve toplumlar, sanal değerlerle arzu edilen biçime sokulabilir, kolaylıkla yönlendirilebilir, öfkenin ve şiddetin oyuncağı haline getirilebilirler. Kadim kültürümüzün vazgeçilmezi olan insan haysiyetine aşina kişilikleri yetiştirmemiz, bunu onların şahsiyetlerinin bir parçası haline getirmemiz, işgal altındaki aile değerlerini korumamız zorunludur. Çünkü manadan uzaklaşmak, şiddete yakınlaştırır. Özgüveni ve ahlaki duyarlılığı gelişmiş, değerleri ile barışık, bilimsel düşünme ve gelişmeye açık, aşk şerbetine ve manaya talip bireyler, şiddette bulaşmadan kendilerini ifade ederler. Ve canlının, cansızın hakkına girmezler.