İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

​TÜRKİYE'NİN JEO-POLİTİĞİ VE MİLLİ GÜÇ UNSURLARI

YAYINLAMA:

Bayram tebriği

26 Ağustos’ta başlayan 30 Ağustos’ta ise nihai darbeyi vurduğumuz Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin suratlarında patlayan tokadın acısı hala çıkmadı… Bağımsızlığımızı bize yeniden veren Gazi Mustafa Kemal Paşa ve onun kahraman askerlerine şükran borçluyuz… Zafer Bayramınız kutlu olsun.

Bir fedakârlığın ve diğerkâmlığın göstergesi olarak Hz. İbrahim’e kadar uzanan bir ibadettir kurban. Kurban ibadeti aynı zamanda fakirlerin ve kimsesizlerin hatırlanmasına ve onlara desteğe vesile olmalıdır. Doyan her yetim çocuk bizim ruhumuzda da manevi rüzgârlar estirmelidir. Kurban Bayramınız mübarek olsun.

TÜRKİYE’NİN MİLLİ GÜÇ UNSURLARI

Jeopolitik, devletlerin coğrafi özellikleriyle siyasetleri arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalıdır. Kavramın isim babası İsveçli Rudolf Kjellen (1864-1922)'dir. Alman general ve siyasetçi Karl Haushofer ise jeopolitiği içinde yaşadığı coğrafi bölgenin ve tarihí gelişmelerin etkisi altında değişen siyasal hayat şekli olan devletin, üzerinde yaşadığı yer ile ilişkisi olarak tanımlar. Bu tanımlara göre bir ülkenin yaşaması için milli güç unsurları ile coğrafyasının uyumlu olması gerekir.

Bir ülkenin milli güç unsurları şunlardır:

• Siyasi güç: Milletin siyasi örgütlenmesi ile bunu sağlayan hukuk sistemi ile tanımlanmış ve uluslararası meşruiyete sahip işleyen bir devlet mekanizması siyasi gücü oluşturur.

Türkiye’de 1876 yılından bu yana zamanla gelişmiş ve kurumları oturmuş bir demokrasi ve Fatih Sultan Mehmet’ten bu yana var olan bir merkezi devlet bulunmaktadır. Devletin temel yapısı ile bu devletin demokratik işleyiş mekanizmasının vazgeçilmez parçaları siyasi partiler arasında, Soğuk Savaş ve NATO İttifakına girdiğimizden bu yana, sanki düşman kamplardalarmış gibi kimi dönemlerde şiddetlenen bir çatışma süreci var olagelmiştir. NATO güdümündeki askeri darbeler Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluştaki değerlerinden gitgide sapmasına yol açmış ve siyasi güç unsurunu zaafa düşürmüştür. Son dönemlerde, özellikle Çözüm Süreci’nin, belli mihraklar tarafından devletin bütün yapısının tasfiye süreci olarak değerlendirilmesi de, siyasi güç unsurunun zafiyetini arttırmıştır.

• İktisadi güç: Milletin zorunlu ihtiyaçlarını karşılaması, hayatta kalması, yaşaması, barınması ve daha ileri örgütlenme düzeylerine eriştirebilecek gelişmeyi sağlayabilmesi için gerekli olan üretim kapasitesi iktisadi gücü oluşturur.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda 13 milyon nüfus, erkeklerde %7 kadınlarda %1 okuma yazma oranı, kişi başına gelirin 4 TL ve kişi başı kamu harcamasının 50 kuruş olduğu, sadece 1 üniversitesi olan ve sanayiyi bırakın doğru düzgün tarım bile yapamayan bir ülke miras kalmıştı. Cumhuriyet milli bir iktisadi politika ile hızlı bir kalkınma hamlesi başlattı. Bugün hemen hemen her alanda üretim yapabilecek bir sanayi alt yapısına, yetişmiş işgücüne sahipsek bunda bütün Cumhuriyet hükümetlerinin payı vardır. Ama zaman içinde, özellikle NATO ittifakına ve Batı kampına girdiğimizden bu yana dışa bağımlılık artmış, ülke Kırım Harbi’nden bu yana devam eden (sadece erken Cumhuriyet hükümetleri döneminde hafiflemiş olan) ve 1950’den bu yana artarak ağırlaşan bir dış borç yükü altındadır. Gümrük Birliği anlaşması ve 1980’lerden bu yana hızlanarak uygulanan özelleştirme politikaları ekonominin yönetiminde hükümetlerin etkisini azaltmış ve küresel sermayenin etkisini arttırmıştır. Bu süreç 1994, 2001 ve 2008 krizlerinde iyice belirginleşmiştir. Türkiye’nin iktisadi gücü bu yüzden kırılgandır.

• Askeri güç: Yurt içinde asayişi ve düzeni sağlayan, yurt dışında ise milletin varlığına yönelik tehditlere karşı caydırıcı güç olan silahlı kuvvetler askeri gücü oluşturur.

Geçmişi Mete Han’a dayandırılan ve 1826’dan beri bir “milli ordu” olan 93 Harbi, Balkan Harbi, 1. Dünya Harbi’nde pişen Türk Silahlı Kuvvetleri bugün dünyadaki en disiplinli ve en fedakâr ordulardan biridir. Ancak NATO ittifakına girdiğimizden bu yana “millilik vasfı” zayıflayan, emperyalist bir küresel gücün denetim ve idaresine giren, en son FETÖ ve gizli-açık müttefikleriyle başına çuval geçirilip “Ergenekon - Balyoz – Askeri Casusluk Kumpasına” maruz kalan TSK bugün büyük bir sınavdan geçmektedir. Hem içerideki devşirmelerle mücadele hem de yurt dışında milli çıkarları koruma gibi zor bir görev ifa etmektedir. İçindeki devşirmeler temizlense bile, uzun bir süre komuta kademesinde boşluklar oluşması kaçınılmazdır.

• Sosyo-kültürel güç: Bir milletin kendi tarihi ve coğrafyasına dayanan, uluslararası arenada o ülkenin diğer ülkeleri etkileme aracı olan ve diğer güç unsurlarını destekleyen beşeri sermaye – sanat, iletişim, bilim-teknoloji alanındaki birikmiş bilgi birikimi ve yetişmiş insan gücü- sosyo kültürel gücü oluşturur.

Türkiye son dönemde Küreselleşmenin etkisiyle bir “gösteriş tüketimine” yuvarlanmış, milli ve manevi değerler erozyonu hızlanmış, geleneksel aile ve mahalle kültürü zayıflamış, aşırı bireyselleşme ile birlikte milli kimliğin anti tezi olarak etnik ve dini azınlık aidiyetleri öne çıkmıştır. Bunun önüne geçilmesi ve yeniden temel değerlerin ihyası için eğitimde ciddi bir reforma ihtiyaç bulunmaktadır.

Yukarıda hem milli güç unsurlarını tanıdık, hem de bu güç unsurlarında oluşan zayıflıkları özetledik. Türkiye’nin coğrafyası ile milli güç unsurları arasındaki ilişkiyi değerlendirirsek Türkiye’nin gelecekteki rotasını da kabaca tahmin edebiliriz.

TÜRKİYE’NİN COĞRAFYASI VE MİLLİ GÜÇ UNSURLARI

Türkiye Asya, Avrupa ve Afrika’nın kesişim noktasındadır. Dünya enerji kaynaklarının kıyısında ve enerji geçiş yollarının üstündedir. Üç kıtaya hükmeden bir imparatorluk bakiyesi olarak Balkanlı, Kafkasyalı ve Orta Doğulu nüfusu barındırmaktadır. İmparatorluk coğrafyasında yaşayan halkların kültürel değerlerini hakim Türk Kültürü içerisinde eriterek muhteşem bir kültürel senteze sahip olmuştur. Müslüman bir ülkedir ama mezhepçi değildir; kahir ekseriyeti Türk’tür ama ırkçı değildir; dindardır ama dinci değildir. Türkiye’nin fiziki ve kültürel coğrafyası yukarıda saydığımız etkenler sebebiyle büyük fırsatlar içermektedir. Özellikle bu etkenler Türkiye’nin sosyo-kültürel gücünü tahkim etmektedir. Ancak bu coğrafyanın sebep olduğu tehditler de bulunmaktadır. Özellikle Orta Doğu’dan mezhepçi ve etnik ayrılıkçı çatışma atmosferi yükselmektedir, çünkü bu bölgelerde millet olamamış, aşiret ve cemaatlerden oluşmuş topluluklar bulunmaktadır. Enerji kaynaklarının bulunması Ortadoğu bölgesine Atlantik merkezli emperyalist gücün müdahalesini getirmiş, bölgede taş üstünde taş omuz üstünde baş kalmamıştır. Kuzeyde başka bir emperyalist güç – ama aynı zamanda Küreselleşmenin ve küresel emperyalist gücün karşısında Türkiye’ye ciddi şekilde ihtiyaç duyan- Rusya’nın Batı’yla Ukrayna’da bilek güreşi devam etmektedir. Doğuda dost ve kardeş ülke Azerbaycan’ın Ermenistan tarafından işgal edilen topraklarında çatışma uzun bir süreden beri sürmektedir. Yine doğuda İran uluslararası sisteme entegre olmamış ve Körfez ülkeleri ile perde arkasından bir örtük savaş içinde bir rejime sahip olan, bütün doğal kaynak zenginliğine rağmen halkı ”fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş” bir ülkedir. Batıda 1990’lardan bu yana durulmayan, yer yer soykırımların gözlemlendiği bir kargaşa diyarı olarak Balkanlar bulunmaktadır.

Türkiye’nin iktisadi gücünü arttırması için, öncelikle Orta Doğu, Kafkasya ve Balkanlarda bir barış ve meşru devletlerin sağladığı asayiş ve güvenlik ortamının oluşması gerekir. Bu sayede, bölgede ticaret artacak ve refah düzeyi yükselecektir. Türkiye’nin şu anda en büyük önceliği olan “vatan bütünlüğünü koruma” hedefine de, ancak ve ancak, kendi komşularında da asayişin sağlanması ile ulaşılabilir. Öte yandan bütün bu çatışmanın arkasındaki ana gücün ABD olduğunu herkes bilmektedir. ABD, sadece bölgeyi değil, ama FETÖ, IŞİD ve PKK gibi terör örgütlerini kullanarak doğrudan Türkiye’yi hedef almaktadır. ABD’nin başı çektiği NATO ittifakı ve desteklediği AB Türkiye’nin bütün milli güç unsurlarını zayıflatan 67 yıllık bir sürecin baş müsebbipleridir. O zaman Türkiye’nin milli güç unsurlarını zayıflatan ve ülke olarak varlığına kasteden bu sürece karşı ne yapılmalıdır? NATO’dan ayrılmak, Amerikan üstlerini kapamak ve bölge ülkelerin meşru hükümetleri ile işbirliği içinde olmak. NATO’dan çıkmak ha deyince olmayacak teknik ve hukuki bir süreçtir ama Amerikan üsleri kapatılabilir. Bölge ülkeleri ile iş birliğine gelince… Temelleri Atatürk’ün dış politikasında bulunan bu süreci de pazartesi inceleyelim.


Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *