SIKILAŞTIRICI POLİTİKALARA YETER
Ekonomi yönetimi iki kısımdır. Bir kısım hükümet eliyle yönetilen maliye politikaları, diğer kısım ise özerk nitelikli merkez bankaları eliyle yürütülen para politikalarıdır. Türk ekonomisi 2002 yılı sonrasında maliye politikaları bakımından mali disiplin uygulaması ile popülizme (oy cezbetmeye yönelik bolluk) düşmeyerek başarılı bir periyot geçirmiştir.
Aynı periyotta sıkılaştırıcı para politikaları ile hükümetin ekonomi programına destek olunmuş ve enflasyon kontrol edilebilir seviyeye indirilmiştir. Gene aynı dönemde genel olarak döviz kuru sağlıklı şekilde yönetilmiştir. Teorik olarak da sıkılaştırıcı politikalar enflasyon ve kuru yönetmek üzere uygulanır. 2002 sonrası dönemde TCMB uygulaması da deney ortamı oluşturmuş ve teori doğrulanmıştır. Ancak yönetilmesi gereken son unsur olan faiz, sıkılaştırıcı politikalarla kontrolden çıkmıştır.
Enflasyon, kur, faiz üçlüsüne impossible trinity (imkansız üçlü) denir. Üçünü birden kontrol etmenin teoride imkanı yoktur. Yani iktisatta üçlünün üçünü birden yönetmeyi mümkün kılacak özellikte para politikası aracı geliştirilememiştir. Ekonominin ihtiyacına göre enflasyon, kur veya faizden seçilen göstergeyi yönetmek için sıkılaştırıcı veya genişlemeci olmak üzere zıt politikalar uygulama yolu benimsenmiştir.
Bugün geldiğimiz noktada Türk ekonomisinin sıkılaştırıcı politikalarla elde edeceği fayda tükenmiştir. Artık enflasyon ve kurun seyri global ölçeğe taşmıştır. Bu nedenle enflasyon ve kuru yönetmeye ilişkin milli ekonomi içinde geliştirilecek politikalar etkinsizdir. Ancak faizi yönetmeyi hedef alacak politikalar bu dönemde başarılı olacaktır. Zira piyasa faizi politika faizinden kopmuştur. Kontrol edebileceğimiz halde ipi serbest kalmıştır.
Faizin ipinin serbest kalması girişimciler için yatırımların maliyetini yükselterek ekonomi üzerinde olumsuz etki yapar. Üstelik sunduğu alternatif maliyet nedeniyle sermayedarları yatırımdan kaçındırır. Sermayedarlar orta gelir grubundan elde edeceği faiz gelirine odaklanır ve yatırımı terk eder. Yatırımın terk edilmesi çıktının büyümemesi, istihdamın geliştirilememesi bu nedenle ücretlilerin çoğaltılamaması sonucunu doğurur. Yani gelir transfer edilemez. Gelirin transfer edilememesi talebin beslenememesi sonucunu doğurur. Talebin beslenememesi arzı, yani üretimi yeniden baskılayarak işsizliğin büyümesine böylelikle talebin yeniden daralmasına ve nihayet üretimi tekrar baskılayacak kısır döngünün devam etmesine neden olur.
Dahası yatırım sınırlı olduğu halde firmalarımızın işletme sermayesi sorunu ve tüketim iştahının borçla bastırılması nedeniyle kredinin mevduata oranı da büyümektedir. Yani mevduat kıymetlenmektedir. Türkiye’de mevduat tabanı ancak dönem sonu faiz tahakkukları ve kurdaki artış oranı kadar büyümektedir. Bu durum Türk lirası kıtlığının göstergesidir. Türk Lirası kıtlığı mevduat faizinin sürekli olarak yükselmesine neden olduğundan kredi maliyetleri yükselmektedir. Bu nedenle piyasa etkinsizleşmektedir.
Halbuki TCMB’nin yeni yönetiminin göreve başladığı ve FED politikalarının muhalifi olan Trump’ın ABD’de iktidar olduğu dönemden bu yana genişletici para politikaları uygulamak üzere önemli bir fırsat yakalanmıştır. Ancak TCMB ortaya vurmak için hala beklemektedir.
Belki özerkiz mesajı vermek üzere sıkılaştırıcı tutumunu sürdürmektedir. Fakat mesele memleket meselesidir. Güçlü bir liderlik yakalamış olan Türkiye ekonomi için alternatif üretebilecek kapasitededir. Bu fırsatı TCMB yönetimi görmelidir. Faizi baskılamak üzere genişlemeci politikalarla yatırımları desteklemelidir. Artık sıkılaştırıcı politikalara yeter! Artık hapsolmuş yatırımların faiz zinciri kırmalıdır!