ORGANİK TARIM
Türkiye’nin hep tarım ülkesi olduğu konuşulmuştur. Kendi kendisine yeten birkaç ülkeden biri olduğu anlatılmıştır. Hatta tarımdaki varlığımız sayesinde AB’nin bize muhtaç olduğu tezi savunulmuştur. Fakat yayınlanan verilere bakıldığında bakliyattan, karpuza, mısırdan, çeşitli meyvelere kadar birçok üründe ithalatçı olduğumuz ortadadır. Hatta buğday ithal eden bir ülke olmamız ironiktir. Zannımca bu coğrafya ancak Hititler zamanında tarım ülkesi olmayı başarabilmiştir.
Ette, sütte durum farklı değildir. Hiçbir zaman et arzı talebi karşılamadığından fiyatlar hep yüksektir. Et Balık Kurumu’nun yaşlı veya doğum yapmış çiftlik hayvanlarından sağladığı et ile kasaplardaki fiyat dengelenememektedir. Hatta Türkiye’de et sınıflanmamaktadır. Ortalama fiyat elde etmek üzere harman et satılmaktadır. II. Dünya Savaşı yıllarında süt tozunun ihtiyaç haline gelmesi ayrıca tartışılması gereken bir durumdur. Bu meseleyi burada bırakıyorum, ayrı bahis olarak ele almak gerekir.
Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ilk defa üye olmak için başvurduğumuzda Avrupa’nın önemli ihtiyaçlarından birisi buğdaydır. Türkiye’den Avrupa’ya buğday sağlamasını isterler. İsmet İnönü ne kadar buğday üretim kapasitemiz olduğu ile ilgili bir rapor ister. Rapor merkez teşkilatlardan taşra teşkilatlara ulaştırılır. Oturur bir hesap yaparlar. Köylü 10 birim kapasitesi bulunduğunu söyler. Muhtar Ankara’ya mahcup olacak değil ya, kaymakamlığa 100 birim şeklinde bildirir. Kaymakam mı mahcup olsun? Valiliğe giden bildirim 1000 birimdir. Vali, Ankara için önemli olmak derdindedir. 10 bin birim kapasitelik rapor geçer.
Ankara bakar duruma ihtiyaç fazlası buğday var. Der ki 5 bin birim gönderebiliriz. Hasat zamanı gerçek ortaya çıkar. Tüm depolar boşaltılır. Avrupa’ya sevk edilir. Millet çavdar, arpa katar ekmeğe. Hatta daha öncesinde, 1942’de dahi Şükrü Saraçoğlu’nun beyanına göre buğday açığımız vardır.
Bunları yaşadık, gördük, dinledik. Yeni Türkiye için artık ileriye bakma vaktidir. Tarım alanında önümüzde bir fırsat var; organik tarım.
4,5 G hikâyesi malum. 4G için ihale yapılacakken Cumhurbaşkanımız müdahale etmiş, eskiyecek bir teknolojiye yatırım yapmak yerine gelecek teknolojinin altyapısını kurma fikrini sunmuştu. Fikir kabul gördü. Başarılı olduk ve 5G’ye dönüşmesi daha az maliyetli olacak bir teknoloji seviyesine yatırım yaptık.
Tarım alanında önümüzde bulunan fırsat da 4,5G hikâyesine benzer. Gelişmiş ekonomiler konvansiyonel tarım alanında büyük yatırımlar yapmıştır. Ancak organik tarıma geçişle mevcut yatırımları atıl kalacaktır. Üstelik konvansiyonel tarıma maruz kalmış arazilerin organik tarıma adaptasyonu zordur. Türkiye konvansiyonel tarıma henüz tam anlamıyla geçmeyi başaramadığından bir lütuf gibi organik tarım teknolojileri gelişmeye başlamıştır. Bu durum doğru analiz edilebilirse atıl teknolojilere yatırım yapmak maliyetinden bizi kurtarır. Üstelik arazilerimizin büyük bölümü henüz tam anlamıyla organik tarım için kirli sayılamayacağından fırsat kendisini beslemektedir. Organik tarım uluslararası rekabetin sınırlı olacağı yüksek karlılık alanlarındandır.
Artık trend organik tarıma dönmüştür. Bizim geçmiş teknolojilere harcayacak bir kuruşumuz dahi yoktur. O yüzden tarımın 4,5G hikâyesini yazmak üzere strateji geliştirmenin tam vaktidir.