İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Ara

CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEME NELER GETİRECEK? (2)

YAYINLAMA:

Bir önceki yazıda cumhurbaşkanlığı sisteminin gerçek bir kuvvetler ayrılığı olduğunu ve kuvvetler ayrılığının kesin çizgilerle belirlenmesinin “tek adam rejimiyle” ilgisi olmadığını irdelemeye çalışmıştım.

Şimdi kaldığımız yerden devam edelim ve cumhurbaşkanlığı sisteminin diğer yönlerini ele alalım.

Bosphorus Global’e konuşan PODEM Başkanı Can Paker doğru bir şey söylüyordu: “Kendi bütçesini yapamayan, kanun çıkaramayan kişi hiçbir zaman diktatör olmaz”

Bu cumhurbaşkanlığı sistemininde de cumhurbaşkanı seçilen bir kişi kendi bütçesini yapamıyor, bütçe oluşturacak ama meclis onayı olmadan bu bütçenin hayata geçmesi söz konusu değil.

Bu da seçilmiş cumhurbaşkanının seçilmiş meclisle doğrudan iyi geçinmek zorunda olduğuna dair bir işaret.

Öyle ki cumhurbaşkanı seçilen kişinin çok sınırlı sayıda kanun çıkarması demek de aslında meclisin yasama faaliyeti gücünü artıran bir durum.

Zaten cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar yasama faaliyetlerine katılma hakkına sahip değil.

Hal böyle olunca özgür bir yasamaya doğru geçiyoruz ve meclisin üzerindeki o baskı ortadan kalkmış oluyor.

Özellikle bundan bir önceki yazıda koalisyonlar devrinin kapandığını ifade etmiştim.

Belki de Türkiye’nin istikrarsızlaşmasına sebep olan en büyük sebeplerden birinin koalisyonlar olduğunu söyleyebiliriz.

Eğri oturalım doğru konuşalım... İsviçre gibi bir ülkede yaşamıyoruz ve Türkiye bundan 15-20 sene öncesini hatırlayacak olursak koalisyonlar döneminde istikrarsızlaştı, geriye gitti ve ardından gelen iktidarlarda bir enkaz devraldı.

Bu koalisyonlar meselesi sadece Türkiye için bir sorun değil, parlamenter sistemle idare edilen İtalya’da geçtiğimiz senelerde meclisten koalisyonları engelleyici bir kanun çıkarmıştı.

Ülkenin daha çok istikrarlaşması adına bu kanunu çıkaran İtalya’nın bu koalisyonlar meselesiyle ne kadar çok boğuştuğunu da görebiliyoruz.

Can Paker’in de ifade etmiş olduğu gibi tek meşruiyetten çift meşruiyete geçiyoruz.

Bu da meclis ve cumhurbaşkanı oluyor, ikisi de birbiriyle iyi geçinmek zorunda olduğu gibi iki meşruiyet sahibi unsur birbirini tamamlıyor.

Dolayısıyla birisi olmadan diğerinin olması bir anlam ifade etmiyor, özellikle muhalefetin art niyetli bir şekilde “meclisin işlevi ortadan kalkıyor” demesine aldırmaya lüzum yok.

Ve muhalefetin çarpıtrak ürettiği bir algı daha var bu da “cumhurbaşkanlığı sistemine bağlı bir yargı sistemi oluşturuluyor” dezanformasyonu.

Böyle bir durum asla yok, muhalefetin daha doğrusu “hayır” cephesinin bunu art niyetli bir şekilde yaptığını söylemek mümkün.

Çünkü yeni sistemde HSYK üyelerinin 5’ini cumhurbaşkanı, 6’sını da meclis atayacak, AYM üyelerinin de 12 tanesini cumhurbaşkanı, 3 tanesini meclis atayacak.

Ve bakıldığı zaman cumhurbaşkanının temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak kararname çıkarma yetkisi bulunmuyor bu tamamen meclisin elinde.

Dolayısıyla cumhurbaşkanı hukuk adına karar veren bir makam değil aksine yetki ve sınırları hukuk tarafından belirlenen bir makam oluyor.

Bunu anlamak istemeyen muhalefet daha doğrusu anlamayıp da anlamamış gibi yapan bir muhalefetin amacının ne olduğunu bilmiyor değiliz, kendilerini çoktan şer cephesine yazdıran muhalefetin Türkiye’nin daha güçlü olması yolunda üretecek alternatif bir politikası da yok, zaten böyle bir dertleri de yok.

Özellikle meclisin elinde olan şöyle bir yetkiyi de söyleyebiliriz... Meclis cumhurbaşkanının çıkardığı bir kararnameye yönelik çıkaracağı bir kanun ile o kararnameyi geçersiz kılabilme hakkına sahip.

Şimdi elimizde böyle bir cumhurbaşkanlığı sistemi varken buna “diktatörlük” denebilir mi?

Kötü niyetli kişilerin dezanformasyon üreterek böyle bir algı oluşturmak istediklerini söyleyebiliriz ama başlı başına cumhurbaşkanını halkın seçtiği ve 5 sene gibi bir süreyle seçilen bir durumun olduğu sisteme “tek adam yönetimi” demek halkı aptal yerine koymaktan öteye gitmez.

Zaten bugüne kadar halkla ilgili düşünceleri hep aşağılama üzerine olduğu için ve kendi gibi düşünmeyenleri dışladıkları için halkın kendilerine prim vermeyeceklerini çok net bir şekilde biliyorlar.

O nedenle halktan korkuyorlar ve o nedenle Türkiye’nin bu sistemle çağ atlamasına karşı çıkıyorlar ve elbette ki kendi politikalarını değiştirmedikleri ölçüde de halkın kendi adaylarını cumhurbaşkanı olarak seçmeyeceklerini çok net bir şekilde biliyorlar.

Cumhurbaşkanlığı sistemini zaten Erdoğan üzerinden tartışmaları da bundan ibaret.

Bu sisteme Erdoğan’ın ihtiyacı yok, önemli olan Erdoğan siyaseti bıraktıktan sonraki bir düzlemde tekrar koalisyonlar olmasın ve Türkiye istikrardan şaşmasın diye böyle bir sisteme ihtiyaç duyuyoruz.

Sonuçta karar halkın, halk ne derse uyacağız ve kabulleneceğiz, halkı küçümseyenlere karşılık halkın Türkiye’deki her şeyden üstün olduğunu anlatmaya da devam edeceğiz.

Bu cumhurbaşkanlığı sistemini de ara ara böyle yazmaya devam edeceğim.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *