YERLEŞİK DÜZEN AZ BİRAZ ÇATIRDAMIŞKEN SEVİNMEYELİM Mİ?
Trump’ın beklenmedik zaferi sadece yerleşik düzenin mimarlarını değil, memleketteki bazı “objektif” muhabir ve analizcileri de ters köşeye yatırdı.
Sorsan, yaptıkları yorumları “objektiflik” çerçevesinde yaptıklarını söylerler ama esas meselenin dilek ve temenniden öteye gidemediğini görürsünüz.
Kendilerinin çuvallamasına hazmedemediler bir de Erdoğan’ın Trump’la ilgili sözlerinden sonra geri vitese takıp çark etmek zorunda kaldılar.
Öyle ki, İngiltere’nin BREXIT kararı olmuş, AB çatırdamaya başlamış, AB’nin lokomotif ülkelerinden Fransa üst akıl tarafından deyim yerindeyse “terbiye” edilmiş, sosyolojik dinamikler ulus devletçiliğe geri dönmeye yüz tutmuş ve hatta ülkeler içe kapanmaya başlamışken tüm bunları görmeyip bir de üstüne ahkâm kestiler.
Sonuç bekledikleri gibi olmayınca da çark etmeleri uzun sürmedi, herkesten çok “Trump’çı” kesildiler.
Bize de öyle saldırmışlardı, “siz Trump’çısınız, ırkçılığı ve kaba bir adamı savunuyorsunuz” diye.
Oysa savunulan Trump değildi, Trump’ı başkan seçen sosyolojik dinamiklerin yerleşik düzeni yıkmak için bir adım atmasıydı.
Trump da babamızın oğlu değildi ki ABD’de herhangi bir başkanın kazanmasından ötürü memnun olacaktık!
Ha onlar Hillary Clinton kazansaydı, muhtemelen “yorumlarımız tuttu, işte biz demiştik” kamuflâjı altında Clinton’ın kazanmasından memnun olacaklardı ki burası da ayrı bir yazı konusu.
Trump’ın kazanmasına sevinmedik ama Clinton’ın arkasındaki güçlerin kaybetmesine, FETÖ’nün şaşıp kalmasına, üst aklın BREXIT ve 15 Temmuz’dan sonra topallamasına, AB’nin ağzının kapanmayacak derecede büyük bir şokla açılmasına ne yalan söyleyelim sevindik.
Ve böyle bir sosyolojik dinamik dünyanın daha yaşanılır bir hale gelmesi adına iyi bir insan olan herkesi umutlandırdı.
O nedenle meseleleri saptırmaya hiç gerek yok, konuları birbiriyle karıştırıp dikkatimizi başka yönlere çekmek isteyenlere de aldırmamak gerek.
Ortadoğu’da bu yerleşik düzenin eli kanlı mimarları az mı oyun oynadı, az mı iş çevirdi, az mı insanın ölümüne sebep oldu; bu soruları sorup artık dünyayı ezberleri bırakıp sosyolojik tahlille okumamız gerektiğini anlamak durumundayız.
Hülasa, emperyalizm noktasında ABD’den hiç de farkı olmayan İran’ın Trump’tan sonra endişeyle yorum yapmasına, Birleşmiş Milletler ve Almanya’nın “şok” ifadelerine, Fransa’nın “belirsizlik” açıklamalarına bakıp yeni bir dünya düzeninin kaçınılmaz olduğunu anlamalı ve bu dünya düzeninin Türkiye’nin bugüne kadar savunduğu değerlerle resmedileceğini başarmak için çabamızı ortaya koymak mecburiyetindeyiz.
Türkiye son iki senede az şey yaşamadı.
Gezi olayları, 17-25 Aralık darbesi, onlarca terör saldırısı ve en sonunda 15 Temmuz’daki hain FETÖ’cü darbe girişimi.
Dört ay önce yaşadığımız darbe girişimine gelene dek üst akıl tarafından teslim alınmak istenen ve buna lideriyle birlikte direnen bu ülke halkını en son olarak hain bir darbe girişimiyle teslim almak istediler.
Türkiye’ye karşı uyuyan hücrelerini harekete geçirenler hain bir darbe girişimine imza atmak isteseler de yine karşılarında her koşulda dik duran bir liderle ve o liderin arkasından yürüyen milyonlarla karşılaştılar.
Yerleşik düzene meydan okuyan, bu düzenin değişmesi için açıktan açığa mücadele eden ve her koşulda yıkılmak nedir bilmeyen bir ülkenin yurttaşları olarak gurur duymamız gereken çok şey var aslında.
Fransa’nın birkaç terör saldırısıyla üst akla nasıl teslim olduğunu, nasıl “terbiye” edildiğini hatırlarsanız demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Batı reflekslerinden ayrı olarak Esed’in gitmesini savunan Fransa yaşadığı terör olaylarıyla en sonunda “İslami terör” ifadesini kullandı ve üst akla teslim olduğunu, bir anlamda yerleşik düzeni kabul ettiğini açıkladı.
Keza Brezilya için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.
Üst akıl tarafından hedefe alınan Brezilya tıpkı Türkiye’nin yaşamış olduğu 17-25 Aralık darbesine benzer bir operasyona teslim oldu ve liderleri Dilma azledildi, kazanan üst akıl oldu.
Şimdi dünya üzerinde yerleşik düzene meydan okuyan, devletlerin ne kadar kanlı politikalar icra ettiğini bilse de halklara güvenen tek bir ülke var.
O da ülkemiz, Türkiye.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçenlerde bahsetmiş olduğu “Şangay Beşlisi neden olmasın” açıklaması bile birilerini rahatsız etmeye yetti.
Çünkü Türkiye Batı’nın ne olduğunu yüzlerine vurarak örnek alınası bir mücadele sergiliyor, bu mücadeleyi sergilerken de alternatif politikalarıyla denge siyasetini çok iyi yürütüyor.
Batı’nın kendisine pay çıkararak evrensel değerleri kendi değerleriymiş gibi sunması ve fıkralara konu olacak şekilde bu evrensel değerleri uygulamaması bizi bugünlere kadar getirdi.
Zaten bahsetmiş oldukları o evrensel değerler bizim medeniyetimizin ölçüleriydi, onların rol kaparak çaldığı bu evrensel değerlerin onlarla bir alakaları yoktu ama dünyaya böyle pazarladılar, pazarlattılar.
Şimdiden ifade etmeliyiz ki ne yaparlarsa yapsınlar yeni bir dünya kurulduğunda Türkiye orada yerini alacak ve o dünya Türkiye’nin savunduğu değerlerle birlikte kurulacak.
Yaşanılan gelişmeler, halkların devletlerin aksine kararlar vermesi ve bu kanlı düzeni sürdürmeye meraklı yerleşik düzenin mimarlarının afallaması açılacak yeni sayfalara gebe.
Elbet ne olur, ne biter bilinmez ama bildiğimiz bir şey var ki; bu yolda sabırla, durmadan ve dimdik bir şekilde yürüdükçe gerisi de gelecektir.
Umudumuz bu yönde ve hiç değilse yerleşik düzenin az biraz çatırdamasına sevincimiz bundan ötürüdür.