BEYOĞLU...
Kasım’ın ortası oldu.
Gökyüzü gerilere çekildi.
Solgun güneş ışıkları, son demlerini Ekim'de yaşayıp tükettiler. Kim bilir, Kasım ayı içinde sakladıkları birkaç ışıltılı gün kalmıştır, diye aklımdan geçiriyorum.
Ben şehir mahkumu.
Ben gönül mahkumu.
Sen bu mahkumiyeti bugün, hakimiyete çevir, diyorum.
Sana iyi gelir tatlım, hadi Kasım ayının tadını çıkar, hafif hafif üşüyerek, yere düşen sonbahar yapraklarına arkadaşlık ederek, Beyoğlu'na git diyorum.
Kalbinde, kocaman bir aldanış var ya, hadi onu o sokaklarda hallet diyorum.
Bütün yaz, Bodrum'da evinde, zakkumlarını, begonvillerini seve seve, terasında denizin dalgalarını seyretmeye, sessiz sakin, güneşe, ılık akşamlara, güneşin batışına doydun, sonra bunun bedelini haksızca, densizce, edepsizce, ahlaksızca, riyakarlıkla ödedin... Mazini bozguna uğratmak isteyen onca insanın çabalarını gördün..
Ama Allah'ın bir bildiği vardır dedin.
Her şeyde bir hayır vardır dedin.
Ve bizde! "Allah isterse kuşlar gülleri yener" dedin.
Dedim, dedik diye diye.
Gidiyorum..
Beyoğlu'na.
Seni ne çok severim.
Arkadaşım, dostum, iyi gelenim, sırdaşım.
Sabahın erken saatleri..
Erkenden yola çıkıyorum...
Ohh mis gibi serinlik var..
Sokaklar kimsesiz.
Sokaklar sensiz, sokaklar bensiz.
Nedense güz ve kış hayatın gerçekleri ile karşı karşıya gelme mevsimidir. Bol hüzünlü düşler kurmak için şahane hava..
İstiklal Caddesi’nde yürüyen kalabalıkları dinliyorum, adımları hızlanıyor sanki.. Hep bir yerlere yetişme duygusu.
Vitrinler değişmiş.. Montlar, yün hırkalar, kazaklar, botlar, vitrinleri süslemiş.
Sokakta yürüyen insanlar hava soğuk ya, kendine sarılmış.
Taş binalara, merhaba arkadaşlarım dercesine kafam yukarılarda baka baka yürüyorum...Tanıyorum onları... Yıllardır arkadaşlarım onlar.
Lokantalar, öğle yemeği hazırlığında, kafeler miss gibi çay demlemişler ..Sokak arasında tahta tabureleri olan, küçücük tahta masaları olan, bir kafeye oturuyorum... Beyoğlu simidi almışım, çantamda.. Çayın kokusu, o dar sokağı kaplamış.. Çay cay olalı böylesine zaferini ilan etmemiş..
Çay söylüyorum.. Dumanı tüte tüte geliyor... Avucuma alıyorum... Avucumun içini yaka yaka sarılıyorum ona..
Ben sende tutuklu kaldım, yalnızlığım, diyorum.
Timur Selçuk şarkısı geliyor aklıma.
İçime içime söylüyorum..
Kimse duymadan kendime söylüyorum.
Beyaz Güvercin..
Süzülüp mavi günlerden yere doğru,
Omuzuma beyaz bir güvercin kondu,
Aldım elime usul usul okşadım,
Sende gençliğimi yeniden yaşadım,
Bembeyazdı tüyleri öyle parlak,
Açsam ellerimi birden uçacaktı,
Eğildim kulağına "dur gitme" dedim,
Hareli gözlerinden öpmek istedim,
Duydum avuçlarımda sıcaklığını,
Duydum benden yıllarca uzaklığını,
Çırpınan kalbimi dinledim bir süre,
Ve uçmak istedim onunla göklere...
Layyy layyyyyy layyyyyyy....
Funda'ya takılanlar..
... İstanbul'da Maltepe'de... 2.5 yaşındaki bebek 1.5 yaşında kardeşi bebekle evde yalnız kalıyor. Komşular evden ağlama sesi duyuyorlar. Kapı kapalı, içeriye giremiyorlar. Sonra kapıyı kırıyorlar... 1.5 yaşında ki bebeği elleri bağlı, bu nedenle bilekleri kan içinde, yüzünde, parmak aralarında ve cinsel organında sigara söndürülmüş, yüzü gözü haşlanmış halde buluyorlar. Savcı anneyi babayı çağırıyor. Ve bebeğin, eziyet çekmiş halde, neden bu hale, geldiğini soruyor. Anne ve baba "duymadık, görmedik, bilmiyoruz" diyor... Gerçekten idam ceza gelmeli, Sayın Cumhurbaşkanım.