İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

YASLARIMIZ VE BUGÜN

YAYINLAMA:

Bazı uzmanlar yas tutmayı ayrılıklar ve kopuşların yeni durumlara uyumlandırılması olarak tanımlıyorlar. Profesör Dr. Volkan: “Yas tutma, sadece ölüme karşı verilen bir yanıt değildir. Yas tutma herhangi bir kayıp ya da değişikliğe verdiğimiz psikolojik yanıt ve iç dünyamız ile gerçeklik arasında uyum sağlayabilmemiz için yaptığımız uzlaşmalardır. Kayıp, aile yadigârı bir küpe olabileceği gibi; bir eş, bir sevgili, bir dost, bir umut, bir ülkü, bir vatan hatta ESKİ BİR KENDİLİĞİMİZ bile olabilir,” diyor.

Volkan, yas olgusunu gerçekten doğru bir biçimde anlayabilmemiz için 3 önemli unsura dikkatimizi çekiyor: Birincisi, her kayıp bizi kaçınılmaz bir keder içine sürüklüyor. İkincisi, her kayıp tüm geçmiş yitimlerimizi de yeniden canlandırıyor ve son olarak, eğer kayıp yasını tam olarak tutabilirsek, kayıplar, bizlere büyüme ve yenilenmemiz için önemli bir araç olabiliyor. Volkan ayrıca başarılı yas tutabilmemiz için iki ana bileşenin gerekliliğine değiniyor: Birinci bileşen, yitirdiğimiz ilişkimizin bizim için ne anlama geldiğini değerlendirebilmek üzere ilişkimizi yeniden gözden geçirmemiz, ikinci bileşen ise, kaybımızı geleceği olmayan bir anıya dönüştürebilmek. İşte bu etkenler sebebiyle Prof. Volkan “Kayıp can yakıcı bir armağandır,” diyor.
Yas işi tamamlandıkça, bireyin yeni işlere ve ilişkilere yatırım yapmak için daha şiddetli bir istek duyduğunu, çünkü artık harcayacak enerjisi olduğunu ve çevresindeki insanlarla ilişki kurma yeteneğinin de geri geldiğini anlatıyor. Kısacası bir bakıma geçmişimizin tutsaklığından nasıl kurtulabileceğimizin formüllerini veriyor ve en önemli formülün özdeşimler yapmak olduğunu anlatıyor. Çoğumuzun ölümü kabul etmeyle birlikte yas tutmanın da sona erdiğine inandığını ancak bunun çok yanlış bir tutum olduğunu anlatıyor. Çünkü ölümü kabul ettikten sonra yas tutmanın en önemli ikinci evresinin başladığını ve bu evrede ölümün gerçekliğini kabul ettikten sonra yitirdiğimiz birey yada eşya ile olan ilişkimizi artık bizleri uğraştırmayacak bir anıya dönüştürebilmek için gerekli olan ince ve bir o kadar karmaşık bir uzlaşma aşamasına girdiğimizi belirtiyor.

Prof. Dr. Volkan’a göre; bilinçdışımız zaman kavramı tanımıyor ve dolayısıyla savunmalarımız aniden çöküp birden tekrar canlanabiliyor. Keder sırasında ise hiçbir şey olduğu gibi yerinde durmuyor. Kişi bir evreden çıkıp daha sonra tekrar aynı evreye yeniden girebiliyor ve bu durum tıpkı bir kısır döngü içinde tekrarlanıp duruyor.
Bizi etkileyen tutulamayan veya tutmaya fırsat bulamadığımız en büyük yas, Osmanlının tasfiyesine bağlı, Balkan/Kafkas göçleri ve Arap ihanetler algımızdır. Bunun en basit sonuçlarını, vatan kurgumuzda, geleneksel dış politika anlayışımızda, herhangi bir yabancıyla yaptığımız spor karşılaşmasında veya kurumların eski dönemi çağrıştıran semboller (başörtüsü) karşısındaki duyarlılıklarında görebilmekteyiz. Bugün dahi tüm dünyanın bizi tasfiye etmek istediğine inananlarımız çoğunluktadır. Bugünümüzü etkileyen bir diğer önemli travma ve tutulamayan Türkiye’de bunun en somut yas örneği olarak, Biz 60 ve 70’lerin kuşaklarıyız. Şu an Türkiye’yi yönetenler 70’ler de üniversitelerde öğrenciydiler. Dünya 68 kuşağının ideolojik karmaşasını yeni yaşamıştı. Bunun etkileri acı bir şekilde ülkemizde 70’lerin ortalarında hissedilmeye başlandı. Bu bir ideolojik çatışmaydı. Taraflar sadece sağ ve solda vuruşanlar değil, devletin bazı yapıları ve dış birimlerdi de. Adeta kontrollü düşük yoğunluklu bir iç savaş yaşandı. Ülkenin eğitim almaya çalışan genç kuşağı adeta telef oldu.
Kendimden örneklendirirsem, 1977 de İ.T.Ü de öğrenciydim. Gerek lise ve gerek üniversite yıllarında kimseyle güvene dayalı geniş arkadaşlıklar kuramadık. Bırakın karşı grupları, sol veya sağ olanı, aynı gruptan insanlar birbirlerine güvenemiyorlardı. Hep askeri lise dönemlerinden olup rutin bir araya gelen yaşlı emekli askerlere imrenmişimdir. Zira bizim ne lise, ne de üniversiteye ait paylaşılabilecek içten hatıralarımız pek oluşmamıştı.
1975-80 dönemi, Türkiye için, iyi anlaşılması gerekiyordu. Daha doğrusu bizden sonraki kuşaklara bu acı tecrübenin doğru yansıtılması ve yasının tutulması önemliydi. Ayrıca bu yasın doğru tutulması ve aktarım figürlerinin belirlenmesi elzemdi.

Bu yasın siyasi ve kültürel yaşanması gerekiyordu. Yani kuşaktan kuşağa doğru aktarım, akademik çalışmalar, sinema, roman ve müzikler gibi. Maalesef ülkemizde entelektüel dünyaya hakim olan sol bunu üretmeye çalıştı. Özellikle 12 Eylül travmasına ilişkin birçok filim roman ve etüt yapıldı. Biraz da yanlı olarak. Ancak sağ ve muhafazakar cenah bu konudaki yetersizlikleri veya ihtiyaç hissetmemesinden ortaya bir şey koyamadı. Bu yaslar gereği gibi tutulamadı, ertelendi ve sonrasına aktarıldı. Bugün toplumumuzun tepeden tırnağa tüm kesimlerinde tutulamayan yasların sonuçlarını ve maliyetini hissedebiliyoruz. Ayrıca üzülerek görüyoruz ki, bu kuşaklarımızın insanları bazen idealleri ile fantezilerini karıştırabiliyor ve sosyal hayatımızdaki kaçınılmaz bedellerini de hepimiz birlikte ödeyebiliyoruz .

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *