İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Ara

''BARDAĞI BEN KIRMADIM O KIRDI''

YAYINLAMA:

Yıllar önce ilk kez yönetici olduğumda. Tecrübeli bir büyüğüm, Yönetim Kurulu Başkanı beni çağırıp şöyle demişti: “Hayırlı olsun kardeşim. Bundan sonra bana sakın astlarınla ilgili şikayetle gelme. Böyle yaparsan senin yetersiz olduğunu düşünürüm. Astlarınla ilgili sorunları senin halletmen lazım. Eğer üstlerinle ilgili bir sorunun varsa, dinler yardımcı olmaya çalışırım.” Milli takımın durumu malum. Şimdi de futbolculara dalıyorlar. Herkes bir bahane arıyor. Herkes meşrebine uygun bir düşman bulmuş sallıyor. Benim hesabım basit, işin başında kim varsa sorumlu odur. İyi zamanda “Ben yaptım” deyip, kötü zamanda suçu başkasına yıkmak kötü bir Şark geleneği.

Dediğim gibi, işin başında kim varsa, federasyonsa federasyon, Fatih Terim ise Fatih Terim. Sorumlu odur. O futbolcuları ben mi seçip gönderdim? Ben mi çalıştırdım? Ben mi para kazandım? Halk başarı ister arkadaş. Belli ki yapamıyorsunuz. O zaman yapan gelsin. Ünlü fıkrayı bilirsiniz. Çok büyük bir şirketin CEO’su işten ayrılırken yerine gelecek olana üç mektup bırakmış. “Başın sıkışırsa sırayla aç oku “ demiş. Aradan zaman geçmiş, genç CEO’nun başı sıkışmış. Bir numaralı mektubu açmış. İki kelime yazıyormuş: “Sistemi suçla.” Genç CEO sistemi suçlayarak bir süre daha idare etmiş. Ama işler pek iyi gitmiyor, başı yine sıkışmış. Bu kez sıra iki numaralı mektuba gelmiş. O da açmış. Yine iki kelime yazıyormuş: “Çalışanları suçla.” Genç CEO bir süre de çalışanları suçlayarak devam etmiş. Fıkra bu ya, başı yine sıkışmış. Sıra üç numaralı mektuba gelmiş. Daha önce mektupların faydasını bilen CEO hemen şirket kasasına gitmiş ve üçüncü mektubu açmış. Bu kez de yazan iki kelimeymiş: “Mektup yaz” Artık milli takımımız üçüncü mektubun yazılacağı durumda.

Koyun can derdinde, kasap et

Umarım biz de bu günleri görürüz. Biz içine girmeye çabalıyoruz. tabiri caizse anamız ağlıyor, onlar çıkmak için referandum yapıyor. İngiltere 23 Haziran’da yani yarın Avrupa Birliği’nden çıkıp çıkmayacağını oylayacak. Analizciler ülkenin bu konuda ikiye bölündüğünün altını çiziyor. Kıyasıya bir mücadele var. Ama İngiltere’ye bir kaç kez gitmiş biri olarak şunu söyleyebilirim: Eğer göçmenler ve tabii AB üyesi ülkelerin vatandaşları İngiltere’den ayrılırsa işler ciddi karışabilir. Çünkü mevcut durumda neredeyse alın teri gerektiren hiç bir işte İngilizler çalışmıyor. Otobüs kullananı, garsonluk yapanı, tuvalet temizleyeni, sokakları süpüreni, inşaatı yapanı hep yabancılar. İngilizler “Beyaz yakalı”. Ağır işleri genellikle AB’nin yeni üyelerinden gelenler üstleniyor.

BBC ülkesindeki bu tartışmayı haberleştirmiş. Ben de kişisel gözlemlerimi de katarak size aktarmak istedim. Herhalde yarın da devam ederim. Öncelikle referandumun sonuçlarının İngiltere kadar AB'nin geleceğini de etkileyebileceği düşünülüyor. İngiltere daha yeni AB ile bir özel statü anlaşması imzaladı. Referandumdan “AB’de kalalım” kararı çıkarsa uygulanacak. Bu anlaşma, İngiltere'ye 28 ülke arasında 'özel bir statü' veriyor.

Anlaşmanın en önemli maddelerinden biri, AB'den gelen göçmenlere verilen sosyal yardımlarla ilgili 'emniyet freni' sistemi. Bu sisteme göre AB üyesi ülkelerden İngiltere'ye gelen göçmenler sosyal yardımlardan 4 yıl ardından yararlanmaya başlayacak. Bu uygulama yedi yıl boyunca geçerli olacak. Bu şundan önemli: İngiltere önemli bir sosyal yardım altyapısına sahip. AB üyesi ülkelerden gelenler hemen bunu alabiliyor. Bu da doğal olarak maddi bir yük bindiriyor. Yardım alma süresinin dört yıla çıkarılması aslında hiç verilmemesi anlamını taşıyor. Çünkü bırakın Avrupa’yı, Dünya’nın en pahalı ülkesi olan İngiltere’de yabancı bir kişinin çalışıyor olsa bile bu kadar süre yardımsız yaşayabilmesi imkansız.

Yeni anlaşmaya göre AB ülkelerinden gelen göçmenlerin İngiltere dışındaki çocukları için verilen çocuk yardımı söz konusu ülkelerin yaşam maliyeti üzerinden hesaplanacak. Yani bir Bulgar vatandaşına diyecekler ki “İngiltere’de biz kendi çocuklarımıza 10 veriyoruz. Senin ülkende bir çocuk için 3 gerekiyor. Sen 3 alacaksın.” Ayrıca Birliğin yetkilerini artıracak siyasi düzenlemeler İngiltere'yi kapsamayacak. Bu, İngiltere'nin hiçbir zaman 'siyasi entegrasyona zorlanamayacağı' anlamına geliyor. Ada’nın siyasi bağımsızlığı bir nevi devam edecek. Başbakan Cameron anlaşmayı başarı olarak değerlendiriyor. Zaten anlaşma öncesi istediği bu değişiklikler yapılmazsa “AB’den çıkalım” kampanyası yapacağını açıklamıştı. Bu sayede istediğini aldı. Şimdi “Çıkmayalım” diyor. Not: Yarın “Çıkalım” diyenler ne diyor? “Çıkmayalım” diyenler ne?

Mevsimi geldi, çıkarın dolaptan haberleri

Turk basınının dönemsellikleri vardır. Yani yılın belli dönemlerinde belli şeyleri yapar. Mesela yılbaşında yeni yılın ilk bebeği diye haber yapılır. Aynı anda gazetelerin haber merkezine yurdun her tarafından 30 tane yılın ilk bebeği haberi gelir. Yazı işleri en iyi fotoğrafı olanı kullanır. Ramazan’da “Madende iftar” haberi vardır.Yerin 500 metre altında iftar masası fotoğrafı ile sunulur. Zonguldak muhabiri bir yıl çalışıp 15 fotoğraf çekse, 15 yıl hiç çalışmadan bunun ekmeğini yer valla. Yaz gelince de Bodrum ve Çeşme haberleri başlar. Sahilde güneşlenenlerin boy boy resimleri falan. Bir balıkçı teknesi tutan magazinciler enseleri kayış gibi oluncaya dek fotoğrafını çekecekleri birini arar dururlar.

Sonra gece klüpleri furyası başlar güney sahillerinde. Bilmem kimin şarkıcısı filanca, şurada sahneye çıktı. Feşmekan da yeni sevgilisiyle oradaydı. Maalesef bu işi yapan magazinci arkadaşların Zonguldak muhabirleri kadar şansı yoktur. Çünkü hep sevgililer değişir. O yüzden stok çalışmak imkansızdır. Bayram öncesi ve okul öncesi haberleri de neredeyse birbirinin aynısıdır. Kar yağınca yapılanlar ile aşırı sıcakta yapılanlar da aynı haberlerdendir. Balık mevsimi açılınca, aynı haberler, kapanınca aynı haberler. Bayramın ikinci günü partilerde bayramlaşma haberleri, otobüslerde yer kalmadı haberleri, meyveleri don vurdu haberleri, yağmur duası, sulama kanalındaki ölümler. Hayat hep tekrarmış gibi gelir bir süre sonra. Aslında fark ettim ki gazeteciler değil, hayat kendisini tekrar ediyor bir anlamda. Hep aynı şeyleri yaşıyoruz. Arada sırada farklı küçük birşeyler olmuyor değil. Ama genel gidişi hiç bozmuyor. Belkide toplumca bunları seviyoruz. Yani aynı şeyleri yaşamayı. Öyle değil mi, sevmesek değiştiririz.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *