PROVOKATÖRÜNÜZÜ NASIL TANIRSINIZ?
Provokatör (Kışkırtıcı) görüp görebileceğiniz en sinsi adamdır. Bazen fark etmeniz yıllar alabilir. En yakınınızda olabilir, en hayran olduğunuz kişi bile olabilir. Onu tanımanın en iyi yolu biraz uzaktan bakıp hareketlerini takip etmektir. Mesela bir grubun veya siyasi hareketin içinde makulden en hızlı uzaklaşıp, sivrilenler provokatörlerdir. Sistemi ayakta tutan siyasi partiler oylarını makulden alırlar. Halk için makul olan, siyasi partiler için gerekli olandır. Bir siyasi partiye yandaşmış gibi görünüp, “Vuralım, öldürelim, yok edelim” diye bağıranlar işte onlardır. Onların gizli ajandaları vardır ve sizin üzerinizden bunu gerçekleştirmeye çalışırlar. Bir anlamda yandaş bulamayacakları uç fikirlerini oldu bitti yaratarak eyleme döndürmeye çalışırlar. En önemli silahları ise en inançlı gözükenlerden olmalarıdır. Öylesine inançlı durur ve davranırlarki, onun sözünün üstüne söz söylemek adeta hainlik olur. Sizi bir anda hainlikle damgalar. Başkalarını hainlikle suçlayanlarda genellikle provokatörlerdir.
Diğer gruplarda da durum aynıdır. Bir gösteride polise ilk taşı onlar atar, camları ilk onlar kırar. Onlardır en çok haykıran. Sanki kahramanlık öyküleri yazar gibi davranırlar ama içindeki bulundukları hareketi, grubu felakete götürürler. Sürekli eylem isterler, eylem dillendirirler. Amaçları ayrışmanın şiddetlenmesidir. Sosyal olayları bu gözle izlemeye başladığınızda onları hemen farkedersiniz. Diyelim bir sorun var. Toplumsal kitleleri karşı karşıya getirebilecek şiddette bir olay. Ama birden çok çözüm yolu da görünüyor. Makul olan çatışma dışındaki tüm yolları denemek değil midir? Kim kazanırsa kazansın olası bir çatışma herkese zarar verir. Ama provokatör hemen çatışmayı tahrik eder. Sizin adınıza konuşur, sizin adınıza hareket ettiğini söyler. Sizi çatışmanın içine çekmeye çalışır.
Bu bir siyasi partiyse liderin adını haykırarak ajitasyon yaratır, siyasi bir grupsa neye inanıyorsa onu bağırır. Ama ortalığı karıştırmayı başarır. Hele bizim gibi kolayca dolmuşa gelenlerle dolu bir ülkede yaşıyorsa da ekmeğine yağ sürülür. Bunların bir de ajan provokatörleri vardır. Bunlar daha da tehlikelidir. Amaçları size suç işlemeye teşviktir. Bir nevi tuzak kurar. Sizi öyle gazlar ki normalde yapmayacağınız şeyler makul gelir. Sonra bir bakmışsınız ki ajan provokatör kayıplara karışmış. Siz kabak gibi ortada kalmışsınız. Sizlerden ricam bu kadar kavga dövüş içinde bir adım geriye çıkıp bir bakın en çok kimler bağırıyor. Sonra bu yazımı hatırlayın.
Ne etti bu Cihangir size?
Nedir bu Cihangirin çektiği arkadaş? Her tartışmanın ortasında. Ne etti size? Ne yaptı da bu kadar çile çekiyor? 1986-88 yıllarında Cihangir Pürtelaş sokakta otururdum. O zamanlar tüm mahalle neredeyse travestilerin ve transseksüellerin gettosuydu. Biz de kiralar çok ucuz diye tercih etmiştik. O zamanlar, hortum lakaplı polisler bir yandan, mahalle halkı bir yandan hep birlikte bu insanları buralardan kovdular. Elbet bir yerlere gittiler. Herhalde onların imdadına devasa uydu kentler yetişti.
Cihangir’in her tarafı yokuşlarla ve merdivenlerle çevrilidir. Evinize gitmek için canınız çıkar, nefesiniz kesilir. Otomobil park yeri de, çocuklar için park alanı da yoktur. Bazı yerleri deniz görür. Evet. Zaten oralar milyon dolara el değiştirir. Ama çoğunluğu sıradan halktır. Deniz de görmezler, entellik de yapmazlar. Kendi işinde gücünde insanlardır. Berbat bir şehirciliği vardır Cihangir’in. Binalar üst üstedir. Sıkıcı ve kasvetli. Kimi sokaklarına güneş geç doğar. Tek ve en önemli özelliği yeridir. Beyoğlu ve Fındıklı’nın dibindedir hemen. Birini eleştirmek isteyen hemen Cihangir’e sallıyor. Hatta PKK bile. Tamam üç beş kafede birileri oturup dedikodu yapıyor olabilir. Varsın yapsınlar, ne çıkar? Ciddiye almazsın olur biter. Ne olacak yani, buralar ortadan kalkınca konuşmalar duracak mı? O zaman başka yere gidilecek. Hadi o zaman o yeri keşfet ki laf sokabilesin. İş uzun yani. Herkesin Cihangir’e salladığı bu zamanlarda eski semtimi korumak istedim. Hatırı vardır bende. Çok çilemizi çekti. Bizden sonra da çekmeye devam ediyor.
Ne ka ekmek, o ka köfte
Ne bekliyordunuz ki. Bu iş, “Hadi aslanlarım, hadi kaplanlarımla” olacak mı zannettiniz? Evet futbolda şans faktörü vardır. Ama şans için bile doğru zaman ve doğru yer gereklidir. Futbol bir cesaret veya güç oyunu değildir. Öyle olsa güreşçilere futbol oynatırdık. Futbol bir zeka oyunu. Zeka duygudan önce gelir. Satrancın pop hali anlayacağınız. Biz ise duygularıyla yaşayan bir toplumuz. O yüzden maalesef bu işte çok da başarılı olamayız.
Futbol yatırım da gerektirir. Küçük yaşta yetenekli çocukları eğiterek bir yerlere getirirsin. Hüda-i nabit olarak kendi yetişmelerini beklemezsin. Kendi başına yetişen, kavruk olur, boynu bükük olur, cahil olur. İyi futbolculuğu, sarışın ameliyatlardan ağzı yamulmuş kadınlarla gezmek, daha, daha pahalı otomobiller almak zannederler. Çevrelerindeki yalakaları gerçek başarının sonucu zannedelerler. Evet bir futbol piyasamız var. Kimileri iyi para kazanıyor. Ama neye göre iyi para kazanıyor? Yine bize göre. Dünya çapında oynarsan dünya çapında kazınırsın. Türkiye çapında oynarsan, Türkiye çapında. Bizim futbolumuz ekonomik büyüklüğümüzün bir yansıması aynı zamanda. Ne kadar büyük ekonomi, o kadar büyük futbol.