YENİ İNSANAT BAHÇELERİ
Venedik gondollardan ibaret değil. Sular içindeki bu romantik şehir milyonlarca misafirini ağırlarken, bir de bienale ev sahipliği yapıyor bugünlerde: Venedik Mimarlık Bienali Farklı ülkeler mimarilerindeki yaklaşımları, sorunları, çözüm önerilerini bienal kapsamında sanat diliyle anlatıyor. Yoksullar için mimari, kentsel dönüşüme sunulan alternatif yaklaşımlar, kamusal alanların yeniden düşünülmesi gibi iri başlıklarda cevaplar aranıyor. Türkiye de yer alıyor Venedik’te İKSV aracılığı ile…
Mimarinin imkânlarının insana yakışır şekilde yaşamak için kullanılması önemli. Şehre eklemlenen fabrikalarla mıknatıs etkisi oluşturulmasının üzerinden çok zaman geçti. Kırsal nüfus, yoğunlaşan iş imkanlarıyla kentlere doğru akın etti. O çokca suçlanan TOKİ anlayışı da mimari anlamdaki problemlerin kaynağı değil sonucu, hatta sonuçlarından sadece biri. Ama konu bu değil. Kentlerin göbeğindeki endüstrileşme bitti ve yerini hizmet sektörüne bıraktı. Vahşi yapılaşma yerini nispi estetiğe bıraktı. Dünün endüstriyel mekanları bugünün yeni “yaşam” alanları… Eski bir elektrik santrali müze olabiliyor, tramvay garajı gençlerin uğrak yeri olan bir mekana dönüşebiliyor. Apartmanlar tahammül etmesi güç beton yığınları olarak kalmaya devam ediyor, evet.
Sanayiyi şehrin dışına taşımaya çalışan şehri bekleyen sıradaki istila ise turizm ve hizmet sektörü. Turizme yapılan övgülerle kentler yerleşim alanlarını giderek turizm tesislerine dönüştürüyor. Tarihi yarımada, Eminönü, Sultanahmet ve Beyazıt semtleri mahallelerini otellere çeviriyor. Şehrin sakinleri giderek uydu kentlerin yurttaşları oluyor. Hele üretim sürecinden elini ayağını çektiyse, doğal eleme süreci çok daha hızlı işliyor. Yapacak bir şey yok. Buraya kadar olan kısım mevcudun izahı. Peki bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Venedik Mimarlık Bienali kapsamındaki video belgesellerden iki örnekle izah etmeye çalışayım. Japonya’da kırsalda oturan bir genç, şehre iniyor. Evine gitmek için son treni kaçırıyor. Evinde kalabileceği bir arkadaşı vardır deseniz, yok. Arkadaşı olsa bile muhtemelen tek yataklı bir evi vardır arkadaşının. Japonya’da fazlası kabil değil. Otele gitse çok para. Gidiyor bir internet kafeye. Saatlik ücret ödeyerek orayı geçici ikametgahı olarak kullanıyor. İnternet zaten yeni neslin birincil evi, yabancılık çekmez.
İkinci örnek ise Londra’dan… The Collective adındaki bir konut projesi yaklaşık 500 kişiyi öğrenci evi tarzı bir mekana sıkıştırıyor. Hayat bir okul olduğu için hepimiz öğrenciyiz. Yatılı okulda okuyamadım, acaba nasıl bir yer diyenlere tadımlık tecrübe. Sadece yatak ve tuvalet-banyo olan odalarda yaşayan yalnız kişiler, bir nevi hapishane mantığında yaşıyorlar. Aradaki fark, şehrin gönüllü mahkumları olmaları. Giderek daha dar alanlara sıkışan insanoğlu, şehirlerin içinde kafeslere sıkışmış görüntü sergiliyor. Tabii hayat alanlarından uzak kalmış, yaradılışından getirdiği özelliklere uzak kalmış şekilde adeta bir insanat bahçesinin içine tıkıştırılmış görünüyor. Venedik Mimarlık Bienali bize umutsuzluğu resmetse de çıkmamış candan umut vardır diyoruz. Eski şehirlerimize dönmek için içimizde özlem varsa, yeni bir şehir kurma umudumuz da var demektir. İş ki bu insanat bahçesinin normal olduğunu düşünmeyelim.