KAMUNUN KAMUYU AF ETMESİ LAZIM
Hemen, ama hemen bir barış projesine ihtiyacımız var. Hemen ama hemen projenin de ötesine geçilip bir barış uygulamasına ihtiyacımız var. Bizim devlet yapımız ceberrut. Maalesef böyle. Zaman zaman bu yapı kırılmalar gösterse de ana hattı bu. Vatandaşını pek sevmeyen, güvenmeyen bir sistem bu. Bunu ortadan kaldırmaya çalışan siyasi iktidarlar da bu yüzden genlere işlemiş bürokratik oligarşinin direnişiyle karşılaşıyor.
Bu topraklarda kurulan terör örgütleri dahi aynı kültürden. Üstelik kendisini bağlayacak hiç bir yasal düzenleme de olmadığı için daha da vahşi. O da “Kitlesini” insan yerine koymuyor. “Oraya git öl, buraya git öl” Temelinde Kürt sorunundan veya terörle mücadeleden bahsetmiyorum. Benim bahsedeceğim şey daha mikro ölçekli. Ama bana göre tüm sorunların da temelini oluşturuyor. Aklıma takılan şey, devlet vatandaş ilişkilerindeki zorlayıcı yön.
Örneklendirmem gerekirse, bir zamanlar kaçak elektrik kullananlar 5 yıl hapisle yargılanıyordu. Sonra kaldırıldı. Çünkü yapan o kadar çok kişi vardı ki, hepsini içeri atsanız koyacak yer kalmazdı. Neden öyleydi? Masa başındakiler öyle istemişti çünkü? “Kamu yararı” vardı. Neden kaldırıldı? ‘Kamu yararına olmadığı görüldü” Bu “Kamu yararı’ bürokratın “Böyle olması gerekir” dediği şey mi? Ya da zırt pırt değişir mi? Uygulanamayacak, uygulanması halinde toplumsal barışı zedeleyecek yasaklar sadece “Kutsadığımız devleti” yıpratır. Hadi imar yasalarını tam uygulayalım. İstanbul’un üçte ikisini yıkmamız, herkesi hapse atmamız lazım. “Yapamıyoruz. O zaman görmemezlikten gelelim. Ama yine de bazılarına dava açalım” derseniz ortalık karışır. Bu durumda dava açılmayanlar ne olacak? Kastettiğim imar planlarını altüst etmek değil, o bina yapılırken göz yumanların daha sonra “Kamu yararı” adı altında harekete geçmesi. Bir anlamda iki yüzlülük.
Bizim ülkemizde bireyler arasındaki ilişkilerde bile devlet taraftır. Bir kişi diğerine çek verir ve ödemez, devlet onu hapse atardı. (Allahtan kaldırıldı) Tartışılması bile imkansız olan bir söz “Kamu yararı” kamuyu oluşturan vatandaşlar tarafından kendisine aslında bir yarar sağlamadığı için bilinmez bile. Piyasayı domine eden bir şirket rekabet kurulundan ceza alır. Ceza nereye gider, “Kamuya”. Eee parayı veren biziz, niye bunu devlet alır? Çünkü öyle. Maaşınızdan peşin vergi kesilir. Vergisi ödenmiş maaşınızla diyelim ki bir buzdolabı alsanız KDV ödersiniz. Normalde bir şirketiniz olsa bu miktarı vergiden düşerken, birey olduğunuz için verginin vergisini ödemiş olursunuz. Para nereye gider “Kamuya”
Bir “Cam kırarsınız” camın sahibi ile helalleşirsiniz, dava devam eder. Sebep “Kamu yararı” “Anarşitlik -)) “ yapmıyorum. Kamuyu temsil eden devlet ile kamunun kendisinin barışmasından bahsediyorum. Burada kamunun, kamuyu affetmesi gerekiyor. Herhangi bir olayda veya harekette, fiili zarar gören kimse yoksa kamu aradan çıkmalıdır. Birşeye sinirlendi, bir gösteri yaptı. Taş attı cam kırıldı. Al camın parasını, ödet zararı, çık aradan affet. Taş attı, cam kırıldı, birinin başı kanadı. Affetme. Bu kadar basit. Ama biz bugünkü sistemde hem affetmeyiz, hem de “örgüt üyeliği”’nden 16 yıldan başlayan hapisle yargılarız. 16 yılla hakim karşısına çıkan bir kişiden sonra hayır bekle, düzelmesini bekle. Bir yazı yazdı. Hakaret var. Tamam hakarete uğrayan dava açsın, tekzibi var, para cezası var. Bir yazı yazdı, kendince bir siyasal sistem savundu, savcıları polisi, dev bir mekanizma harekete geçer. Dava açılır yüzlerce yılla yargılanır. Ortada bir zarar yok. Yarın belki anlayış ve yasalar değişecek, o yazıda yer alan şeyler tırnak içinde yasak olmaktan çıkacak.
Ünlü 141, 142, 163’üncü maddeler vardı. Bir sürü insan hapis yattı bu uğurda. Sonra kaldırıldı. Pekiyi bu maddelerden hapis yatanlar ne oldu? Bana göre alacaklı duruma geçti. Önerim, devletin yani kamunun kendi taraf olduğu tüm “Alengirli” konuları bir gözden geçirmesi. Tabii ki güçsüzün hakkını korumalı. Ama bu topraklardaki en güçlü yapının (Devlet) en güçsüz kişi ile (Vatandaş) davalık olması çok da uygun gelmiyor bana. Hele gerçek bir zarar yokken.
Bir film çektim, başrolünde ben varım
Ben aslında çok havalıyım. Hep iyi yerlerde gezerim. Hep iyi giyinirim. Arkadaşlarım da süper. Yüzümde bir kırışık bile yok. Hepsi yalan mı? Tabii ki değil. Ama bayağı abartılmış. Bir arkadaşım var. Sosyal medya hesaplarında kullanacağı fotoğraflarını adeta resim gibi işliyor. Önce fotoğraf çekiliyor, sonra bir program ile göz altları ve cilt hallediliyor. Sonra biraz zayıflama. Sonunda ortaya çıkan ile gerçekte olan arasında ciddi ciddi fark oluyor. Aslında insanları anlıyorum. Kimse kendinden memnun değil. Utangaç olan fırlamaymış gibi, kavruk olan daha iriymiş gibi, fakir olan sanki zenginmiş gibi, yalnız olan peşinde yüzlerce kişi varmış gibi, cahil olan sanki felsefe profesörüymüş gibi davranmayı seviyor. Aslında bu hesaplar olduğumuzu değil, olmak istediğimizi yansıtıyor.
Her hangi bir kişinin sosyal medya hesabı onun, aslında nasıl olmak istediğini ortaya koyuyor. Kötü niyet var mı? Bence yok. Sadece bu bir yansıtma. Artık herkes kendi kahramanını yaratıyor. Başrolde de kendisi. Belki o yüzden sosyal medya çok seviliyor. Düşünsenize sinemada bir film oynuyor. senaryoya müdahale edebiliyorsunuz, baş rolünde de hep en sevdiğiniz kişi. Kendiniz. Harika di mi?
Acil ihtiyaçtan yeni ünlüler aranıyor
Benin halkım magazini sever. Çünkü:
1) Dedikoduyu sever
2) Başkalarının hayatlarını dikizlemeyi sever
3) Kendi eksikliklerini bu şekilde tamamlar
4) Kimi zaman ünlülerin başına gelen kötü şeylerden keyif alır.
5) Okuması, izlemesi kolaydır. Düşünme gerektirmez.
6) Ünlüler iyi görsel verir
7) Ünlü ekonomisini bilmez. Nasıl para kazandıklarını düşünmez.
8) Yaşayamadığı aşkları, yaşayamadığı hayatları, eksik hayallerini tamamlar.
9) Kimseye bir zararı yoktur. Kimsenin magazin okuduğu için başı belaya girmez.