BAZEN KARIŞIR İŞLER
Meclis’deki referandum oylaması o kadar tanıdık geldi ki. Hükümetler, milletvekilleri, oylanan konular değişse de sanki “Şartlı refleks” gibi hep aynı şeyler yaşandığını fark ettim. Hani vücudunuzdaki kaslarınız herhangi bir olay karşısında beyinden emir almadan harekete geçer ya tıpkı öyle. Konuşmalar, tavırlar hep aynı gibi. Pişkin gazeteciler de bu durumu bildiği için böylesi günlerde milletvekilleri ile birlikte aynı “Şartlı refleksi” gösterirler. Ne zaman nereye bakacaklarını, ne yazacaklarını bilirler. Eskiden bilgisayarın olmadığı zamanlarda haberleri daktilo ile A4 saman kağıda yazardık. Teleksler beyaz kağıda çıktı alırdı. Sonra bu koca yığınlar yazı işlerinde bir kişinin önüne gelirdi. O abi veya abla yazılara şöyle bir bakar sonra inanılmaz bir hızla daktilo yazmaya başlardı. 20 dakika sonra 40 ayrı haber birleşmiş tek bir haber haline gelmişti. Genç bir muhabir için inanılmaz bir mesleki derece olarak görünürlerdi. Tam bunu düşünürken beni bir gülümseme aldı. Çok kişinin bilmediği bir Bab-ı Ali efsanesini hatırladım. Sizde gülümseyin istedim. Ama isim vermem. -))
18 Haziran 1988 Anavatan Partisi Kongresi. Turgut Özal tartışılmaz lider. İstanbul’dan içinde köşe yazarlarının da olduğu bir grup gazeteci abimiz kongreyi izlemek için Ankara’ya gitmişler. Sabah saatlerinde yorgun argın Ankara’ya inmişler. Kongre salonuna şöyle bir göz atıp gerekli kişilerle konuştuktan sonra karınları acıkmış. Kongrede ne olacağı zaten belli. Özal tek aday. Gazete Özal’ın konuşmasını Anadolu Ajansı’ndan alacak zaten. Onların yazacağı kulis bilgisi. Ona da zaten hakimler. Neyse yakınlarda bir lokanta var. Gidip oturmuşlar. Yavaş yavaş da demlenmeye başlamışlar. Saatler saatleri kovalamış, öğleden sonra çakırkeyf bir abimiz yazı işlerini aramış. Yazısını dikte ettirecek. Başlamış söze, “Herşey beklendiği gibi….” Karşısındaki çığlık çığlığa, “ ÖZAL’A SUİKAST OLDU…..” Bizimkiler yemeğe gittiği saatte, öğlen tam 12.18’de Kartal Demirağ, Turgut Özal’a kürsüdeyken iki el ateş etmişti. O zamanlar cep telefonu falan olmadığı için bizim ekibin hiç birşeyden haberi olmamıştı.
Sinirleniyorum serisi yazı: 2
- Ülkesini değil kendini düşünen politikacıya
- İşçiyi değil kendini seven sendikacıya
- Zırt pırt taraf değiştiren gazeteciye
- Komşusunun ekmeğine mani olan esnafa
- Yaptığı iyiliği göze sokanlara
- Üç kuruş kar etmek için müşterisini kazıklayanlara
- Bölgecilik, hemşehricilik yapanlara
- “Halk adına” deyip halkı öldürenlere
- Cahil olduğunu bilmeyen cahillere, daha kötüsü yarı cahillere
- Kendisini dünyanın merkezi sananlara
- Parasını başkasının gözüne sokanlara. Fakiri aşağılayanlara
- Milyon dolarlık arabaya binip emekçiyi sömürenlere
- Mekan mekan gezip bunu internette paylaşanlara
- Yemeğe başlamadan evvel önce fotoğrafını çekenlere
- Ukalalık yapanlara, aşağılık kompleksini kabalıkla örtmeye çalışanlara
- “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyenlere
Rusya kabak tadı verdi
Yok domatesi yasakladı, sonra marula sataştı. Derken limonu engelledi. Sonra baktı ki votka limonsuz içilmiyor, limondaki yasağı kaldırdı. Şimdi de kabağı yasakladı. Gerçekten kabak tadı verdi. Biz de hala Rusya’nın kafasına göre koyduğu yasaklara uyuyoruz. Alttan almaya çalışıyoruz. Adam almış eline bir bitki sözlüğü sıradan bir yasak koyuyor bir kaldırıyor.
Biz yine satmaya devam ediyoruz. Niye bunla uğraşıyoruz ki. Toptan hiçbirşey göndermeyelim. Onun kafasına göre koyduğu yasaklara niye uyuyoruz ki. Madem limonumuzu istiyor, marulumuzu da alacak. Madem patlıcanımıza bayılıyor kabağa ses çıkarmayacak. Ya da hiç birşey almayacak. Artık böyle düşünmemizin sırası geldi de çoktan geçiyor. Yoksa çiftçilerimiz bir batıp bir çıkacak. Şimdiye kadar Rusya mı vardı da üretimimiz devam etti? Evet biraz zorluk çekeriz ama hiç olmazsa minnet etmeyiz.
Ayrık otu rüyasında ne görür?
Son 10 yıldır hiç birşey yapmamış. Ne sahne alabilmiş, ne albüm çıkarmış. Sadece ve sadece abuk subuk konuşmuş, açık seçik pozlar vermiş. Görünürde kazandığı 5 lira, harcadığı 500 lira. Nereden geldiği belli olmayan (Veya tahmin edilen) bir kazançla yaşayan ablalar, siz ancak ve ancak bu topraklarda “Ünlü” veya “Tanınmış” olarak anılırsınız. Tek bir yetenek emaresi olmadan, ancak bu toprakların basını size sayfalarını ayırır. Detone mi detone sesinizi, yetmeyen nefesinizi sarı saçlarınızın ardına saklayarak ancak buralarda şarkıcı diye ortalıkta gezebilirsiniz.
Çarpıtılmış yaşınızı, çarpıtılmış tarihinizi, çarpık aşklarınızı ancak bizlere olağanüstü hikayeler olarak sunabilirsiniz. Birbirinize açtığınız danışıklı dövüş davalarınızı ancak buraların balık hafızalı gazetecileri haberleştirir. Kayıkçı kavgalarınız ancak buralarda gündem olabilir. Ancak bizim televizyonlarımızda yer alırsınız. Hiç birşey üretmeden, sadece “Yemek yedi” denilerek. Dünya uygarlığını yaratmış bu bereketli toprakların yanlış tozlaşmayla soyu bozulmuş ürünlerisiniz sizler. Hasadınız yapılamaz. Ürün vermezsiniz. Ve eğer sizlerle mücadele edilmezse ayrık otunun kendini buğday sanması gibi tüm tarlamızı mahvedeceksiniz.