ANADOLU
Anadolu insanı, özüyle, sözüyle, imanıyla, dürüstlüğü ve yardımseverliğiyle, hakka boyun eğmesi ile, yaradana olan teslimiyetiyle toprağına, bayrağına, sancağına, vatanına bağlıdır. Hangi şartlar altında olursa olsun asla isyan etmez. Hayatın bütün zorluklarına rağmen şükrünü eda etmekten geri durmaz. Kendinde olmasa bile komşusunun ihtiyacını giderme de bütün varını, yoğunu, imkânlarını ortaya koyar. Toprak onun için candır, vatandır. Toprağın üstündekiler de altındakiler de ona birer emanettir. Bunu bilir öyle kabul ederek ömrünü sürdürür. Türkün yurdu Anadolu’dur. Yeryüzündeki gariplerin yurdu Anadolu’dur. Sınırsız toprakların, coğrafyanın, tarihin kalbi Anadolu'dur. Çanakkale nasıl geçilmez denilmişse, 15 Temmuz’da da ülkemizin insanı kalkışmalara, Siyonist oyunlara, sinsi planlarını bozarak, batının şer odaklarına, İslam düşmanlarına, İslam’ı kullananlara, batıcılara, sömürüden yana olanlara, terörü besleyenlere izin vermemiştir. Bundan sonra da asla vermeyecektir. Türk ihaneti asla affetmez. Türk’e yapılanı, Kurana yapılmış görür, Peygambere yapılmış görür, Bayrağa yapılmış görür, Vatana yapılmış görür ve asla affetmez.
Şehitler yurdu Anadolu’dur
Üstü de birdir yurdun altıda birdir
Anadolu insan, vefalıdır, fedakârdır, cömerttir. Kapısını çalan kim olursa olsun, hangi vakitte çalınırsa çalınsın onu Tanrı misafiri olarak karşılar, evinin, ocağının, tahtının baş köşesine oturtur. Sofrasına koyabileceği en güzel nimetleri, yiyecekleri ikram etmek için gayret eder. Yolda kalmışa ev sahipliği yapar. Bilir ki kapıya o gelmedi, onu Allah (cc) gönderdi diye düşünür ve onun misafiri olarak kabul ettiği için varını yoğunu ortaya koymaktan geri durmaz. Yemez yedirir, içmez içirir.
Anadolu yurdum benim
Can özüm memleketim
Anadolu insanımız, şükürsüz ve hamdsiz değildir. Şükrün de hamdin de farkında olan, Ezanı dinlerken, Fatiha’yı okurken, yemek yerken, su içerken, bir şey ikram ederken hepsinin sahibinin Allah olduğunu bilir. Davete icabet ederek günde beş vakit namazını köyünün, kasabasının, çarşısının, mahallesinin camisinde kılmaya özen gösterir. Bilir ki cami cemaatinden olmak demek; o mahalleden, o semtten, o kasaba ve köyden, o devlet ve milletten sorumlu olmak demektir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demez. Mutlak surette gördüğü aymazlığa karşı, yanlış yapılanlara karşı mahallenin, konu komşunun çoluk çocuğunu, kendi çoluk çocuğu gibi esirger, önemser, korur. Birliğin temelinin bu olduğunu bilir.
İnsan yaşadığı evden de, evdekilerden de, semtten de, konu komşulardan da, mahalleden de elbette sorumludur. Sorumluluk hissi insan olmamızın bir gereğidir. İnsan, düşünen bir varlıktır ve düşünmek suretiyle en güzel amellerden birisini yerine getirmiş olur yani tefekkür etmenin ehemmiyetini göz ardı etmez-edemez. Yaşadığımız toprak bizlere bir emanettir. Yaşadığımız ailemiz de bizlere bir emanettir. Yaşadığımız ülkemiz, devletimiz de bizlere bir emanettir. Gözümüzü korur gibi korumaya, canımız gibi esirgemeye mecburuz. Anadolu insanının yüreği hikmetle örülüdür. O toprağı gördükçe, gökyüzünü temaşa eyledikçe, yağan yağmura şükrettikçe, esen rüzgârdan ilhamını aldıkça ruhunu olgunlaştırır. Çünkü her şeyin sahibi olan Allah cc. bütün bunları kullarına emanet olarak vermiştir. Gün gelir her birisini alır. Verdiğinde şükretmek, nasıl bizim için bir kulluk ödeviyse alındığında da sonsuz bir teslimiyet içinde sabretmek kulluk görevidir. Kul olan insanın başına dünyada her şey gelir. Geleni bir imtihan olarak görmek kulluğun gerektirdiklerindendir. Tıpkı namaz vakti geldiğinde namazı kılmak gibi, Ramazan ayı geldiğinde oruç tutmak gibi, Hac mevsimi geldiğinde imkânı olanların Hacca gitmeleri gibi, ya da zekât verecek durumda olanların mutlak surette zekâtlarını vermelerinin birer kul hakkı olduğu bilinciyle zekâtlarını verebildikleri için alan kardeşlerine şükran borçlu olduklarını da bilirler-bilmelidirler.
Anadolu insanı, yurdun insanıdır. Yurdun her türlü halini takip ederek uykuya vardığında tam bir teslimiyet içinde ülkesini yönetenlere, Allaha iyi kul olmaları için, yüklerini gereği gibi taşımaları için, hakkı üstün tutmaları için, adaletten sapmamaları için dualar eder. Allaha sonsuz şükürler eder. Kazandığına, yediğine, ikram edilene, kimlerle oturup kalktığına dikkat eder. Helalin peşinden koşarak kış demez, bahar demez, yaz demez, sonbahar demez çalışmanın en kutlu nimet olduğunu bilir. Emeğin kutsal olduğunu, alın terinin vazgeçilmez bir kazançla oluştuğunu bilir. İnsan için, kendi emeğinden daha kıymetlisinin olmadığını bilerek, her emek sahibinin hakkının alın teri kurumadan ödenmesi gerektiğini bilir ve öyle amel eder. Kendi yediklerinden, çalışanlarına yedirir, içtiklerinden içirir, giydiklerinden de giydirir. Bilir ki kul hakkı başka türlü ödenmez. Ödenmesi kolay değildir. Helallik istemekten geri durmaz. Gün içinde birbirlerimizden helallik istemeliyiz. Evlerimizden sabahleyin ayrılırken helalleşmeli, akşamları eve geldiğimizde muhabbetle selamlaşıp kucaklaşılmalıdır. Necm 39. Ayeti kerimede şöyle ifade ediliyor “Ve enleyse lil insani illa ma sea” yani “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” Buhari’de zikredilen bir Hadisi şerifte ise; “İnsan kendi elinin emeğinden ve kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davut (as)’da kendi elinin emeğinden ve kazancından yerdi” buyruluyor.
Anadolu insanı bilir ki; her insan dünyaya yalnız gelmiştir ve yalnız gidecektir. Her kulun hesabı, yani hayrı da şerri de-iyiliği de kötülüğü de, sevapları da günahları da kendisinden zerre zerre sorulacaktır. Kuranımızda “Miskale zerratin” diye geçmektedir. Yaşadığınız her iş, her ev, her ortam Allah’ın bizlere verdiği bir nimettir. Sayısız rızıkların hesabını, nasıl vereceğini idrak eder-düşünür Anadolu insanı. Bilir ki, gün gelir tek tek her şeyin hesabı sorulur. Anadolu irfanı dediğimiz, irfan bakışıyla kendini Allah'a teslim ederek, hamt ve şükreder. Dağların duruşundan, ovaların yemyeşil oluşundan, derelerin, ırmakların, şelalelerin akışından, bağlardaki, bahçelerdeki türlü türlü meyvelerin, çiçeklerin ve sebzelerin ikram edilişinden sonsuz imanı şevk bulur. Secdesini, tövbesini, şükrünü artırır. Gökteki yıldızları seyrederken secdesine dikkat eder. Hasanı Basri (ra) şöyle ifade etmişlerdir; “İnsanların çokluğuna aldanma, sen yalnız öleceksin. Kabre yalnız gireceksin. Kabirden yalnız kalkıp, hesabını yalnız vereceksin.” Her fert amel defterini gün gün, saat saat, an be an yazdırmaktadır. “Bir Savaşçı Yakarışı” şiirimde bir vakit şöyle ifade etmiştim;
“Şimdi bir atlıkarıncanın ardı sıra yürüsem
Şimdi bir peyman içinde söylesem şiirimi
Gökçe güvercin alıp götürse düşlerimi
Şimdi İshakkuşu ötse
Bütün çiçekler gülse
Ben kendime gelebilirim
Ben yârime dönebilirim.”
Anadolu insanımız, hem dinine bağlı, hem diline bağlı, hem ülküsüne, hem ülkesine bağlıdır. Anadolu insanı, yüreğiyle bakar ve yüreğiyle hisseder ve görür. İrfanını imanından alır. İman ettiği Kuranı hayatının anlamı, Mehmetçiğe adını verdiği Muhammed (as)’in sünnetini, hadislerini yolunun, yurdunun, yüreğinin aydınlığı olarak bilir. Anadolu insanı, ay yıldızlı bayrağımızı, ilahi bir armağan gibi görür. Gözünün ve gönlünün süruru olarak hisseder ve bilir. Gökte yıldızları seyrederken bayrağımızın-sancağımızın, gördüğü ay yıldızdan alındığını bilir ve secdesini, şükrünü, duasını daha güçlü hissederek içten ve yürekten yerine getirir. Şehitlerimizi rahmetle, minnet ve şükranla yâd ediyor, üç ihlas bir Fatiha okumanızı arzu ediyorum. Efendim selam ve dua ile.